Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Barbarları Beklerken, Sayı: 12

Resim
  Sunu   Dayanışma sözcüğünün en kirli olduğu alan hangisi deseler, edebiyat deriz. Dayanışma, kolektif mücadele/müdahale pratikleri çıkar ilişkisi, reklam ve iktidar dışında gelişen, birlikte paylaşarak büyüyen bir süreçtir. Edebiyatçıların dayanışmadan anladıkları nedir peki? Hangi kitap eki'nde arkadaşın var? Şu edebiyat sitesinde tanıdığın editör var mı? Senin twitter takipçin çokmuş, şu benim kitaba da mı bir el atsan? Çok güzel şiir okuruz biz fotoğrafları. Bakın biz hem şiir okur hem şarap içeriz fotoğrafları. Bizim dayanışmadan anladığımız nedir? Melih Cevdet Anday'ın dediği gibi "suçumuz edebiyat"tır. Biz her yerde görünmeyen isimlerle ortak bir alan yaratarak büyük bir suç işliyoruz. Her şeyin bireyselleştiği, hayatlarımızın her anının politikaya döndüğü noktada politikadan kaçanlara inat hayatın politikasını savunuyoruz. Duyar kasmak konusunda özel bir yeteneğe sahip olan edebiyat ortamı Hikmet Sami Türk vakası karşısında dil kilitlenmesi yaşadı. Biz buna h

21 Mart ve Biz

Resim
Barbarları Beklerken ilk yola çıktığında (21 Mart 2019) tekil bir projeydi sadece. Samandağ'da bir edebiyat etkinliği sonrası şiirin itaatsizliği şairin uzlaşmazlığı üzerine düşünürken bu projenin tekil bir enstrüman olarak kalmayacağını hissediyordum. Burada ben diyorsam bir başkasıdır. O başkası Türkiye'nin ve Kürdistan'ın farklı seslerinden doğan öfkedir. Öfke, başlı başına sanatın içine ve hayatın kilit noktalarına kattı bizi. Barbarları  Beklerken yola çıktığında aklında Kavafis vardı. Rimbaud yanında dolaşıyordu ve Turgut Uyar ondan hiç uzak değildi. Edebiyat kamusunun konformist aklına karşı kolektif avangard bir birliktelik... Başkasının derdine yoğunlaşan, başkasıyla öğrenen, eleştiren, eleştirilen, gerektiğinde saldırmaktan ve imha etmekten geri durmayan, apoletlerin mevzisine tamah etmeden kendi olanaklarıyla oluşturulan bir birliktelik... bugün bir birikim sağladığımızı, birlikte biriktiğimizi düşünüyoruz. Sanatın en başta sanatçıların despot ve egoist kürsüleri

Bir İttifak Hâlesi: Varlık

Resim
Türkiye edebiyat ortamına, oradaki çıkar ilişkilerine, kariyer planlarına dair öngörülerde bulunmak, tespitler yapmak zor değildir.  Çünkü somut olaylara, insani durumlara amasız fakatsız cümlelere bakamayan,  aklında sürekli ittifak haleleri dolanan bir edebiyat ortamıyla karşı karşıyayız. Edebiyat orada duruyor. Edebiyatın emeği bir gün karşılık bulacak. Peki insan olma hâllerimiz, kötüyü yıkma içgüdümüz, değiştirme isteğimiz; insanlığa yapılanları duymayan, görmeyen, bilmeyen edebiyat kim tarafından okunacak? Evet, Varlık Dergisi'nin Adalet Eski Bakanı Hikmet Sami Türk'ün metnini yayımlaması köklü bir meseledir. Bu kök Varlık Dergisi'nde hep vardı. Varlık bir gelenektir. Kanonların birleştiği noktadır. Bu geleneğin içinde gözlerini açanlar eğer bugün iyi göremiyorsa gözlerini değiştirecekler ya da insanlıklarını değiştirecekler yahut biz her gün onlara, onları değiştireceğimizi hatırlatacağız. Barbarları Beklerken okurları bilirler ki biz bizimle alakalı her şeyi dostlar

Sanatçılar ve Militarizm: CI vakası (Oğulcan Yiğit Özdemir)

Resim
“Sanatçı olmak, korkak olmak demektir”, diyor Godard. Sanatı göklerdeki temaşasından yeryüzüne indiren bu varlık, esas itibariyle bütün politik gücünü muktedirlerle, sivil ve askeri giyimli –ki çoğu zaman yan yana (daha doğrusu alt-üste) bulunurlar-, kapışmasına borçlu. Bu anlamda egemenler nezdindeki rahatsız ediciliği, ifadeye tanıdığı özgürlükten ve başat çelişkilerin farkında olma duyusundan, bu türden bir sağduyudan kaynaklı. “Bütün şairler generallere karşı birer komünisttir” denir. Neden? Çünkü yaşamı cetvelle, adeta Afrika kıtasını böler gibi bölen, hesaplayan, çıkartan ve toplayan bu agresif duyuya karşı şair “birliği” savunur. Bu birlik, generallerin çizdiği sınırlara karşı, rakamların ve mutasarrıf saldırganlıkların aleyhine işler. “Şiir, anayasaya aykırıdır” diyordu, Cemal Süreya da. Neden, nizam bozar çünkü.  Anayasal düzen günübirlik yaşantıyı olağan seyrine sokarken, şiir oradan çıkartmaya, olağanüstüne yol vermeye çalışır. Peki ya savaş? O da olağanlaştırılmış şiddetin,

Hapiste Yazmak ya da Kişisel Bir Hapislik Tarihi (Özgür Soylu)

Resim
Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi olarak 19 Aralık Katliamı'nın faili Adalet Eski Bakanı Hikmet Sami Türk'ün Varlık Dergisi'nin son sayısında yer alması üzerine yazdığımız bildiri sonucu Varlık Hikâyesi artık kamuoyunun tartıştığı, eleştirdiği, tepki gösterdiği bir düzeye ulaştı. Fakat bu tartışmanın asıl muhatapları olan yazarlardan hiçbir tepkinin gelmediğini de söylemeliyiz. (Birkaç yazar eserlerini geri çekerek onurlu bir duruş sergilediler) Aşağıda okuyacağınız metin öykü yazarı Özgür Soylu'ya ait.  Hikmet Sami Türk'ün adalet bakanı olduğu dönemin tanıklarından olan Özgür Soylu önce insan sonra yazar olarak yaşadığı süreci anlatıyor. Failler yargılanmadığı sürece "edebiyatçılar" suç işlemeye devam edecektir. Katilden taraf olanın edebiyatı da suçludur. Hapiste Yazmak ya da Kişisel Bir Hapislik Tarihi Hapiste Yazmak Mektupla Başlar Hapishaneye girdiğimde bana tuhaf gelen ilk şey koğuş oldu. Gözlerim filmlerdeki demir parmaklıkları arıyordu. Hatta bi

Suç ve Edebiyat: Bir “temizlik” girişimine karşı (Oğulcan Yiğit Özdemir)

Resim
*Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi olarak 19 Aralık Katliamı'nın faili Hikmet Sami Türk'ün Varlık Dergisi'nin son sayısında yer alması üzerine yazdığımız bildirinin açtığı yoldan Oğulcan Yiğit Özdemir konuyu ve tartışmayı derinleştirek bu yazıyı kaleme aldı. Failler yargılanmadığı ve eleştirilmediği sürece "edebiyatçıların" işlediği suç devam edecektir.    Suç ve Edebiyat: Bir “temizlik” girişimine karşı Başlıktaki ilişki her söz konusu olduğunda, akla öncelikle suçu konu edinen edebiyat gelir. Ancak bunun yanı sıra, suçlu edebiyatçılar olduğu kadar, edebiyatın işlediği “suç”lardan da söz etmek gerek. Dolayısıyla meselemiz akılcı yürütmelerin basit tatminini okura sunan kimi sıradan polisiye eserlerden çok, edebiyatın “hijyenikleştirilmesinin” de aracı olan, klinik ve kriminal yapıları incelemek.  Konunun açıldığı yer, 19 Aralık katliamı sırasında Adalet Bakanlığı görevinde bulunan Hikmet Sami Türk’ün Türkçe edebiyatın kanonlarıyla ilgili Varlık dergisinde kal

Bir "Varlık" Hikâyesi

Resim
Dört gün önce bazı köklü dergilerin batma sinyallerini çalmaya başladığını söylemiştik ve bu çöküş durumunun sadece ekonomik temelli olmadığını aslında bu "köklü" dergilerin varolan kanonu devam ettirdiğini, okurla bir bağ kuramadığını, standart dosya konularıyla günü kurtardıklarını fakat bugün edebiyatın kendisine yenildiklerini söylemiştik. Ancak şu an daha ciddi bir durum var ortada. Varlık Dergisi son sayısında 19 Aralık Katliamı'nın faili eski adalet bakanı Hikmet Sami Türk'ün bir edebiyat anısını yayımladı. Kuruluşundan itibaren kurucu ideolojiyle hiçbir sorun yaşamamasından kaynaklı Varlık Dergisi açısından bu olay bir "Varlık" hikâyesidir. Ama bizim açımızdan bu tamamıyla politik ve poetik bir iflastır. Çünkü 19 Aralık Katliamı devletin bizzat kendi eliyle işlediği apaçık bir cinayettir. Varlık Dergisi'nin arşivlerini incelediğimizde Hikmet Sami Türk'ün bir değil birkaç kere dergiye konuk olduğunu görüyoruz. Örneğin Behçet Necatigil'in d

Herkesle Herkesci Olanlara Selam: Sıra Size de Gelecek!

Resim
Bazı köklü dergiler ardı ardına batma sinyallerini çalmaya başladı. Ülkedeki çöküş haliyle tüm vücuda sirayet ediyor. Biz bu durumu şaşkınlıkla karşılamıyoruz. Çünkü bu arkadaşlara Bazarov ahlakından bahsedeceğiz. Sanat sistemi bağırıyor, çağırıyor, batıyoruz diyor, artık eskisi gibi değiliz, kimse bizi okumuyor, 500 şiir geliyor 500 adet dergi satamıyoruz diye yakınıyorlar. Soralım: kanonu ayakta tutmak için her yıl aynı dosyaları güncelleyip işleyen siz değil miydiniz?  Editörleriniz kendilerini peygamber ilan edip ulaşılmazlık tahtında oturmuyor muydu? Metnine güvenip size ulaşmaya çalışanları elinizin tersiyle itmediniz mi? Yayımladığınız kitapları aynı hafta beş farklı kitap ekinde tanıtacak hazır reklam alanlarınız yok muydu sizin? Genç insanlar sizden aylarca metinleri için dönüş beklediler. Ne yaptınız? Şiir dendi mi bu ülkede hâlâ Varlık Dergisi akla geliyor. Öyle bir algı yarattılar ki orada şiir yazmayan şairden sayılmıyor. Varlık Dergisi şiir kanonunun birleşme noktasıdır.

Sercan Apaydın ile Söyleşi: Hacimsiz Kütleler, Delikler, Boşluklar (Hüseyin Gökçe)

Resim
Barbarları Beklerken'in 11. sayısında Hüseyin Gökçe, Sanatçı Sercan Apaydın ile Hacimsiz Kütleler, Delikler ve Boşluklar üzerine söyleşti. “Derin Boşluk”, “Sahibinden”, “Internal Desing” ve “Han” adlı solo  sergilerinin yanı sıra birçok karma sergide yer alan sanatçı Sercan Apaydın; manzara, mimari, mekan ve kent üzerinden işler üretir. Biraz zihnimizi birkaç yüzyıl öncesine götürürsek Romantizmin insanda duygulanımlara yol açan “manzara” anlayışının üzerinden çok sular aktığı görülür bu resimlerde. O manzaranın içinde beliren coşku, lirizm, heves ve heyecan yerini karamsar bir ruh haline bırakmıştır. Günümüzde o manzara duygunun sonuçlarını yaşadığımız söylenebilir. Onun bilincinde olarak kapitalizmin tarihsel sürecine, mimari ve mekandaki yansımalarına tanık eder sanatçı. Bu durumu tüm çıplaklığıyla bakışımıza ve ruhumuza yansıtır. Bir belleğe, hatıraya, anıya ve hisse yer bırakmayan bir kent kalmıştır elimizde. Kendi deyimiyle hacimsiz kütleler, delikler ve boşluklardır bize kal

Lezzetli Felaketler: Erman Akçay (Dolunay Aker, Cemal Akyüz)

Resim
Dolunay Aker ve Cemal Akyüz, Barbarları Beklerken'in 11. sayısında grafik sanatçısı Erman Akçay'ın çalışmaları üzerine yazdı: "Onun dünyasında nefessiz kalmak mübah. Çünkü dünyayla cebelleşirken, dünyaya sataşırken aynı nefesi bırakamayız. Akçay’ın çizimlerinde bir korku geleneği hakim. Çağın sesini bu korkudan alıyor. Korku yerleşik bir sonuç olarak değil Munch’un çığlığını güncelleyerek bugüne geliyor. " Dolunay Aker  "Erman was born twenty four years ago. It was 80s and Mae West was dead. 20th century art history adore to classify all the modernists as post war babies driven by optimism (their parents at least) and had an illusion of progress. Which war? I don’t know, there were so many. Artists who were born in 80’s clearly belong to 21st century. Allen Ginsberg already said it : America after all it is you and I who are perfect not the next world! Be in love with your life and let’s welcome them as creative and self-conscious artists of Generation Y." C

Rıza Üretme ve Meşruiyet Yaratma Aracı Olarak Psikolojinin İdeolojik Dili (Psikolog Doğan Korkmaz)

Resim
Psikolog Doğan Korkmaz, Barbarları Beklerken 11. sayısında Psikolojinin İdeolojik Dili üzerine yazdı: Metinden bir bölüm: Psikolojinin, felsefeden kopmaya ve kendini bağımsız bir disiplin olarak tanıtmaya başladığı dönemlerin kapitalizmin ileri seviyesi olan emperyalist bir döneme denk geldiği görülmektedir. 20.yy da ise Avrupada kapitalizmin faşizme evrildiği dönemde, felsefenin tuttuğu ideolojik yeri toplum bilimi olarak psikoloji alır.1 Kapitalist sistemde; üretim ilişkilerinin devamını sağlamaya yönelik uygulamalar, askeri ve idari problemleri çözme- fabrikalarda iş verimliliğini arttırma gibi konular psikolojinin ilgi alanlarını oluşturur. Psikoloji pratik uygulamalarla kapitalist üretim ilişkilerini devam ettirmenin yanında teorik düzeyde de burjuva ideolojisine hizmet eder. Psikolojinin ırkçılık, kadına yönelik ayrımcılık, homofobi ve mevcut iktidar ilişkilerini korumaya yönelik ideolojleri nasıl beslediğini örneklerle açıklamak, durumun daha anlaşılır olmasın

İş Kazası Nasıl İşçi Cinayetine Dönüşür? (Avukat Hüseyin Korkmaz)

Resim
*Yaşanmakta olan bu egemen ekonomik  sistemde bütün zenginlikleri ve kâr'ı işçiler üretir patronlar işçilerin bu alınteriyle üretmiş oldukları artı değere ve kâr'a el koyarlar.Bu üretim ilişkisinin pratikdeki sonucu ise; işçinin emek  gücünün değerinin de altında bir ücrete çalışmaya zorlanmasıdır. İşveren bilmektedir ki işçiyi ne  kadar çok çalıştırırsa ne kadar yoğun emeğini sömürürse bu üretim sonucunda o kadar çok kâr  elde edecek ve daha çok para kazanacaktır. Bu ilişkinin bu şekilde sürdürülmesi işçinin psikolojik  ve biyolojik olarak kötürümleşmesine sebep olur. Kapitalistin kâr hırsı işçi sağlığı ve güvenliği  için alınması gereken bütün önlemleri birer maliyet unsuru olarak görmesine neden olur" Avukat Hüseyin Korkmaz *Barbarları Beklerken olarak yayınladığımız bu metin Soma maden faciasından sonra  yapılan yargılamada Avukat Hüseyin Korkmaz tarafından mahkemeye beyan olarak sunulmuştur. İşçi cinayetleri güncelliğini  koruyor. İşçi cinayetleri güncelliğini koruduğ

Zeynep Sönmez Barbarları Beklerken'in 11. sayısında!

Resim
Barbarları Beklerken’in 11. sayısında Zeynep Sönmez öyküsüyle yer aldı.  Öyküden bir bölüm:  "Bir aslan kovalıyordu bizi. Artık bacaklarımızı hissetmiyorduk, sanki ayaklarımız yere değmiyordu. Uçmak bu olmalıydı.  Hamit, –Nehre atlayalım! diye bağırdı.  Kendimizi deli sularda bulduk. Sürüklenmiş olsak da atladığımız yere doğru baktım, aslan nehrin kenarında yoktu. Arkadaşlar ağacımızın etrafında toplanmışlardı. Gördüler bizi, yardım ettiler, çıktık.  Onlara aslandan bahsettik ama neden o kadar güldüler, bugün bile anlamış değilim.  * Şimdi Hamit’in ışıl ışıl gözlerine bakıyorum. O günkü gibi, heyecan dolu. İnsan büyüse de yaşlansa da bakışları hiç değişmiyor.  –Söylesene oğlum, ne zaman çıktın? diye soruyor. –Bir hafta oldu.  –Neden hemen aramıyorsun? –İnan istedim ama kendime geleyim, beni o yorgun halimle görme de istedim.  –Elmas Ana nasıl? –İyi. Sana selam söyledi. Hamit oğlum beni hiç yalnız bırakmadı diyor. –Elimden geldiğince.  –Sen olmasan nasıl yatardım onca yıl? Sayende

Komün Dergi ile Söyleşi (Ömer Burçin Özkişi)

Resim
Ömer Burçin Özkişi, Barbarları Beklerken’in 11. sayısında Komün Dergi ile Marksizm'in Krizi, Yeni Toplumsal Hareketler ve Seçim Tartışmaları üzerine söyleşti. Okumak için link profilde!  barbarlaribeklerken@gmail.com Söyleşiden bir bölüm:  “Marksizm’in Krizi”nden söz edenler genellikle sorunların çözümünü -farkında olarak veya olmayarak- Marksizm’in dışına çıkarak yapmaya çalışıyor. Hatta bu söz konusu tartışmaların sonunda Marksizm’in geçersizliği sonuçlarını dahi ilan edilebilmektedir. Elbette tek bir Marksizm yok. Marksizm’e ilişkin çeşitli yorumlar var. Biz Marksizm’i ne salt bir tarih ne salt bir ekonomi ne de salt bir toplumsal teori olarak görüyoruz. Tek bir alana hapsetmek sizi muhtemelen idealizme götürecek ve kuşkusuz onu yetersiz kılacaktır. Marksizm’i gerçekler üzerinden ele alarak yaşamsallaştırmalıyız." Okuma linki:  https://yeniolaniyap.blogspot.com/2022/01/barbarlar-beklerken-say-11.html?m=1 #sanat #edebiyat #şiir #barbarlarıbeklerken #dergiler #fanzin #art #k

Genelge üzerine

Resim
29 Ocak 2022 tarihinde, iktidarın başı tarafından Resmi Gazete’de yayımlanan Basın ve Yayım Faaliyetleri hakkında Genelge ile birlikte önümüzdeki süreçte faşizmin baskı, sansür ve saldırganlığının vites arttıracağı açıkça ilan edilmiştir. Genelge ile "aile, çocuk ve gençlerin milli ve manevi açıdan medya ve basın-yayım aracılığıyla zihnen ve bedenen saldırılara karşı korunmasının amaçlandığı, ülkenin toplumsal değerlerini yozlaştırmaya çalışanlara devletin izin vermeyeceği" ifade edilmektedir. Burada faşist iktidar her zaman yaptığı gibi “kutsal”lık demogojisine sarılmakta, faşizmin kitle tabanını “aile” ve “milli-manevi değerler “ üzerinden genişletmek için hamle yapmakta, esasında ise kendisine “düşman” gördüğü tüm toplumsal kesimlerin yaşam alanını ve iktidara karşı ses çıkarma olanaklarını yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu genelgenin hedeflerinden biri  elbette, topluma faşizmin belirlediği sınırlar dışında bir yaşam hakkı tanımamaktır. Fakat iktidarın en büyük korkusu, toplu

Mustafa Suphi ve 15'ler: "Birer komünist gibi öldü"

Resim
Bugün 28 Ocak 2022... 101 yıl önce Mustafa Suphi ve 15 yoldaşı devlet tarafından katledildi. 15'lerin katliamı üstünden atlanacak ya da geçiştirilecek bir konu değildir. Çünkü popülist söylemle normalleştirilen 'derin devlet'in ne olduğunu görmek istiyorsanız Mustafa Suphi cinayetine bakabilirsiniz. Mustafa Suphi Kemalist devlet için ciddi bir tehdit ve Ekim Devrimi'nin yankısıyla beraber güçlü bir alternatifti. Türkiye'de sosyalist mücadelenin adım adım büyüdüğü bir dönemde burjuva Kemal'in kurnaz devlet refleksi Karadeniz sularında Suphi'lerin öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Dönem işçi sınıfının grevlerle hak aradığı bir dönemdir. Demir ağları örenlerin tren raylarında kurşunlandığı bir dönem... Marx'ın o meşhur sözü hiçbir zaman güncelliğini yitirmedi: "tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir." Mustafa Suphi ve yoldaşları bu 'tarih ödevi'ni işçi sınıfının yanında yer alarak gerçekleştirdiler. 15'ler "birer komünist gibi öldü"

Yol, İşçilerin!

Resim
Trendyol işçileri 3 gündür ülkenin dört bir yanında fiili grevdeydi. Trendyol şirketinin, kurye işçileriyle alay edercesine yaptığı %11 ücret zammı teklifine işçilerin cevabı fiili grev oldu. Bu şirketin işçilerin emeği sayesinde %600 büyüdüğü dönemde, işçilere dayattığı ücret zammı aslında sermaye sınıfının nasıl bir kan emici olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Farplas işçileri de şu an direnişteler. Benzer şekilde kendilerine dayatılan sefalet zamlarını kabul etmeyen işçilere, Farplas işten atma saldırısıyla karşılık verdi. Bu saldırının bir sebebi de işçilerin sendikal örgütlenme mücadelesidir. Farplas işçileri sınıf dayanışmasını yükselterek direnişlerini sürdürüyor ve atılan işçi arkadaşlarıyla omuz omuza mücadele ediyor. Sermaye diktatörlüğü işçi sınıfına topyekûn köleliği dayatırken özellikle son dönemde işçi sınıfı da birçok fabrika ve işyerinde grevlerle direnişi büyütüyor. Ücretli kölelik düzenine başkaldıran işçi sınıfı yürünecek yolu gösteriyor. Kar kış demeden mücadelesin

Sezen Aksu Tartışmaları Üzerine

Resim
Sezen Aksu’nun 5 yıl önce yazdığı şarkı sözleri üzerinden iktidarın beslemeleri tarafından  başlatılan “kutsalımıza hakaret” saçmalığı Erdoğan tarafından “dillerini  koparırız” tehdidiyle başka bir düzleme yükseldi. Meselenin Aksu olmadığı açıktır. Faşist iktidarın gündem değiştirmek için bunu yaptığı söylemi ise durumun ciddiyetini hafife almaktır. Faşizmin genel karakteristiklerinden biri “kutsallık” mitleri üzerinden toplumu iktidarına yedekleme ve  “düşman”larına karşı mobilize etme gücüdür. ”Düşman” tanımı ise giderek genişlemektedir ve iktidara koşulsuz biat edenler dışında herkes hedeftedir. Bu sebeple Sezen Aksu üzerinden toplumsal muhalefetin kriminalize edilme çabasını boşa düşürmek için herkesin kendi meşrebince tepki göstermesi normal ve anlamlıdır. Buraya kadar bir sorunumuz yok. Fakat mesele “Sezen Aksu Türkiye’dir” söyleminden tutun da Aksu’yu muhalif bir kahraman imajıyla taçlandırma noktasına geldi. Açıkça şunu belirtmek durumundayız. Sezen Aksu’yu faşizmin saldırısına

Barbarları Beklerken, Sayı: 11

Resim
Sanat Öldü! Yaşasın Sanat! Bugün kaybımız yeni bir şey söylemek mi yoksa yeniyi anlamlı bir şekilde söylemek mi? Biz ikincisinden taraf oluyoruz. Çünkü anladık ki Türkiye'de her şey vitrin taraftarları tarafından belirleniyor. A'nın metni yeni bir kanonun en yeni müeffili olarak yayınlanıyor. B ona yakın durduğu için alkışlanıyor. Edebiyat'a saygı gösterileri düzenleniyor. Fakat isimler bu saygının hangi anlamını taşıyor tartışılır.  Türkiye her sabah yeni bir kanonlaşmaya uyanıyor. Bu kanonlaşmayı en özet haliyle isimler kanonu olarak anabiliriz. Enis Batur'un yahut Ataol Behramoğlu'nun çalıp da giremeyeceği kapı, yayınevi, dergi, etkinlik yoktur Türkiye'de. Birbirimizi kandırmayalım. Biz mimikler ve jestlere bırakamayacak kadar eleştirinin hayati bir set çekme gücüne sahip olduğunu biliyoruz. Kanon, yan yana gelmezlerin yan yana geldiği andır. Ondan sonra dergi çıkarsak ne, iyi şiir yazsak yayınlasak ne! Kanon haliyle kendi kendine oluşmuyor. Davet var ve dave