Kayıtlar

Kasım, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Otomasyon Çağında Barbarları Beklerken - Barbarları Beklerken 'Kasım' Sayısı

Resim
  Otomasyon Çağında Barbarları Beklerken Barbarları Beklerken Edebiyat Dergisi'nin Kasım sayısı güncel düşünce ve sanat teorisi üzerine önemli tartışmalara odaklanmaktadır. Dergi daha önceki sayılarda da yer alan formatına sadık kalarak Walter Benjamin'e atıfla geçmişin devrimci potansiyeline ve bu potansiyelin günümüzdeki yankılarına dikkat çekmektedir. Derginin en dikkat çekici bölümlerinden biri, sitüasyonist hareketin günümüz dünyasıyla olan ilişkisi üzerine. Benjamin Crais'nin Dominique Routhier ile gerçekleştirdiği söyleşi, otomasyon çağında sitüasyonist eylem ve düşüncenin nasıl evrildiğini ve sanatla yeni ve eleştirel bağları nasıl kurduğunu derinlemesine inceliyor. Henri Lefebvre ve sitüasyonistler arasındaki ilişkiyi mercek altına alan bir diğer söyleşi ise 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden Lefebvre'nin gündelik hayatı dönüştürme hedeflerine nasıl katkıda bulunduğunu ortaya koyuyor. Derginin bir diğer bölümü olan Zafer Aracagök’ün ‘’Sesyıkım Denemele...

Ufuk Akarı İle Söyleşi - Dilay Kababıyık

Resim
  1. Ufuk akarı, onu bilmeyenler için kendisi hakkında ne söyleyebilir? 1958 Mürefte doğumluyum. İlkokul 2. sınıfta Bayrampaşa’lı oldum. Evliyim, iki çocuğumun babası ve bir torunumun dedesiyim.1978 kuşağındanım üzerine ağır yükler bindirilen bedel ödetilen kuşak. 40 yaşında resim sevdasına kapıldım, 50 yaşında fotoğrafa tutuldum,55 yaşında iken Gezi Direnişini fotoğrafladım akabinde oluşan toplumsal muhalefetin gösteri ve protestolarını, yasaklı yasaksız 1 mayısları hem eylemci hem “fotoğrafçı yurttaş tanığı” olarak izledim. İşçi sınıfının sabaha kadar vardiyalar halinde ayakta olduğu, evlerin altındaki trikotaj atölyelerinin seslerinin eksilmediği, çoğunlukla Balkan muhacirlerinin yaşadığı mahallerde hareketli ve cıvıl cıvıl sokaklarda büyüdüm. Hayata, insana bakışımı, sınıfsal duruşumu ve siyasi kimliğimi bu semt oluşturdu. Belki de bu yüzden sokaklara sevdalandım. Şişli Siyasal bilimler mezunuyum. Uzun yıllar satış pazarlama alanlarında her kademede çalıştıktan sonra...

Denemenin Sınırları Üzerine Armağan Ekici İle Söyleşi

Resim
  "her kural ihlal edilebilir, her biçim bozulabilir, başka biçimlerle içiçe geçirilebilir; yeter ki yapılanın sahici bir meramı, amacı olsun." Dolunay Aker:  Deneme katmanlı bir tür. Başkasına bakanın kurduğu dil içerisinden edebiyattan felsefeye felsefeden psikolojiye oradan politikaya sıçrıyor. Ama türe sadık kalarak. Sizin bu tür sıçrayışlar hakkındaki düşünceleriniz neler?  Armağan Ekici:  Bu sıçramaları özellikle seven bir mizaç var bence. Ankara’da Kızılay’da bugün sokağa çıktığımızda yalnızca gündelik işimizle, kendimizle ilgili şeyleri (aradığımız dükkânı, kalabalığı, bineceğimiz otobüsü, o sokakların hatırlattığı anılarımızı) görmekle yetinebiliriz. “Denemeci” mizaç, işte bununla yetinmeyen, etraftaki binaların mimarisi nasıl, binaların ve mekânın geçmişi bize neler diyor, kendi ömrümüzde gördüğümüz değişimler nelerdi, bizden öncesi nasıldı, bunların arasındaki bağlantılar nelerdi gibi soruları sormayı seven bir mizaç; bunu yapınca, gündelik bir iş için Kız...

Okunmamış Bir Bildiriniz Var - Enes Malikoğlu

Resim
senfonik bir yıkım istiyoruz. oturup karşısında izleyelim diyoruz.  öteberimizi yanımıza aldık. kırmızı ve siyah olmayan... nostaljik bir yıkım istiyoruz. toz duman kaplasın mahrem.  epey geç oldu döndük geliyoruz. levantenler soyukırılanlar ve sessizler; onları bırakıp da... yok atonal bir yıkım istiyoruz. tekrarlanmayan geri dönüşsüz ve matematiksel. hiç jeton görmemişler mektup yırtmamışlar ve  bu şiirin başlığını tek seferde doğru okuyamayanlar; biz yıkılmadayız, yıkımı size bırakıyoruz ağıtmak istiyoruz. olmuyor. beceremiyoruz. sakallarımızla övündük çok.  küpemizle kırkından sonra taktığımız. ya tamam, biz yapamıyoruz bak,  size bırakıyoruz buralar size emanet itiraf da edemiyoruz. yok ne çok konuştuk. neler söyledik kim bilir.  1000 yıllık tecrübemiz tanrımızsınız gibi sizin 1 dakikalık anlıklarınıza denkleşiyor. bükemedik, öpmedik de,  gerisi size kalmış, oynamıyoruz kolluklar kolumuza girdiğinde yükseliyoruz en çok, ateşlenip ateşlenip anlatıy...

Sayaç - Ferit Sürmeli

Resim
  Hışırdayarak dönüyor siyah perdede Küçük beyaz puntolarla: Üç, iki, bir, sıfır. Hışırtı uzuyor... Yeryüzü yavaş yavaş silkeleniyor. Hızlanıyor sonra. Ağaçlar son yapraklarını bırakıyor yere. Soğuk bir esinti yalıyor yüzünü. Gözlerin doluyor. Ay sıyrılamıyor bulutların arasından. Sönük bir ışık usulca düşüyor yarıkların içine. Sayaç tekrar yansıyor perdeye sessizce: Üç, iki, bir, sıfır. Sessizlik avaz avaz yankılanıyor meydanda. Noktalar azalıyor. Virgüller, üç noktalar çoğalıyor. Zaman, mekân tuzla buz. Karakterler öfkesiz. Sayaç sıfıra odaklanıyor sonra. Şimşekler çakıyor birden. Yağmur yağıyor. Damlalar sundurmada paramparça. Alacakaranlık, karanlığa bırakıyor yerini usulca. Tüm zamanlarda tekrarlanan ritüel başlıyor aptal bir metafizik alışkanlıkla...

Üç Öykü - Muhsin Boz

Resim
Sessiz Dünyalar Yaşlı bir kadın, ellili yaşların başındaki kızına sordu: “Şu kentin, şu mahallesindeki, şu gökdelenindeki komşuları hatırlıyor musun?” “Otuz beş yıl öncesinin ergen kızı ben! Karlı bir kış günü... Kartopu oynamak için bahçeye inmiştik gökdelenin bazı sakinleri. Herkesin alay ettiği bir sakin, kartopu oynamamış, kardan adamımıza göz bulmak için kömür parçaları aramaya çıkmıştı. Kömürden gözler ararken, donmak üzere olan çekirge benzeri bir böcek, bir uçar bulmuştu. O uçanı, o uçarı gökdelene almış, dairesinin bulunduğu on ikinci katta üç ay bakmış, bahar gelince de salıvermişti doğaya. Aradan yıllar geçti. Ben gökdelenin tüm sakinlerini unuttum unutmasına… Ama işitme engelli o adamın sessiz dünyasını unutmadım. O dünyanın sesi hâlâ kulaklarımda, çın çın ötüyor…” “Evet, kızım. Hayat da öyle bir şey! Gürültü patırtı içinde, tüm sesleri yenen sessiz dünyalar vardır her dem.” Yaşamın Temeli On altı yaşındaki ergen bir kız, elini yakmıştı. Annesi nedenini sorunca, “Kaynar hal...

Arendt’de Yargılama Yetisi - Tibet Şahin

Resim
  Bu yazı Arendt’in Kant’tan devraldığı “yargılama yetisi”ne ilişkin analizinin akademik olmayan ve yer yer tehlikeli basitleştirmelerden muzdarip bir değerlendirmesinden ibarettir. Tehlikeli basitleştirmelere karşı kendimizi savunurken bir zanaatı geliştiririz, bu bize uzun sayfalı yazılar ve bize zaman zaman keyif veren bir zanaat olarak retoriği verir. Retoriğe önem biçilmiş çağlarda (Antik Yunan ve 17. Yüzyıl Fransası düşünülebilir) düşünce her zaman ötekinin düşüncesi olarak kalıp bu da yetmezmiş gibi son kandırmacaların peşine düşülmüştür. Ortaya konan her söz, ötekini sıyırayazan bir ustura darbesidir. Çünkü retorik, ölümle burun buruna gelinen savaşın oyunlaştırılmasıdır. Bu sebeple tehlikeli basitleştirmeleri tehlikeli yapan her zaman yazarın yetersizliği değil, okurun yazarla kurduğu ilişkide mülkiyet kavramını elden çıkaramayışıdır: Öyle ki ikimiz de kendimizi birbirimize silahlarımızı doğrultmuş şekilde bulabiliriz. Retoriğin tehlikesine kapılmayıp onun cazibesinin değe...

KÖK’ÜN BELGESİ - Dilay Kababıyık

Resim
''ey dost... ey kardeş... ey kandaş... aya vardığınızda çiçeklerin soykırım tarihini yaz.'' Furuğ Ferruhzad Koca bir ormandan bahsetmek gerekirse ve orada kesilen ağaçtan, türü farketmeksizin o köke; diğer ağaç köklerinden ulaşan besin, su, temel yaşam desteği. Bu bilinç: bir ormanda, o ormanda yaşayan diğer ağaçlar arasında. Ağacın bilinci. Bir yok oluşa tanıklık ederken, o yok oluşa müdahale etmek, ön koşuldur. Yıkım, felaket ve akla gelebilecek her kötü durum, kendine bir tanık arar. Göz, gördüğünü unutmaz. Kadraja alır. Belgeler. Bu belgeleme sürecinde kişi; durumun hem yaşayanı hem de tanığı ise, sancılı ve travmatik bir yol onu bekler. Kök, oradadır. Su, akıştadır. Beslemeye çoktan başlamıştır. Yok oluşa tanıklığın ve müdahalenin hikayesi başlıyor,, kadrajımda bomboş arazi. bozuk yollar. kırık camlar. su sırası. yemek sırası. temiz iç çamaşırı sırası. ellerini iki bacağının arasına sıkıştırıp oturan mahcup yaşlı bir kadın. armutlu. yıkılan evin altında yok olmuş b...

KIŞ AYETLERİ / Zehra Betül

Resim
bakışların bir kuş sapanı iyice ger, sonra bırak lastiğini yerlerinden fırlasın gözlerin I.  gökkuşağından ispinozlar vuruyorum kayalıklarda kocaman bir kar topu geliyor git gide büyüyerek üstüme kim neyi üflüyor içinde, kim buduyor donmuş gülleri saksılarda turuncu latin çiçekleri mavi afrika zambakları, yan yana koyuyorum yan yana gelmez notaları, yarısı görünen bir adamın sırtıdır, eşiktedir gözü: bulaşıyor narın rengi şekline bir dudağı yerde oluyor bir dudağı gökte sessizliğini harflere bulamış bir cin oluyor hohladığında sözcüklerin buharıyla sonsuz dışarı çıkmak oluyor lambadan, bir uzun yola koyulmak oluyor otobüsün camı buğulanmış kavrulmuş yağmur ormanı, kapatıyorum gözlerimi kaçıyor tuttuğum bütün kuşlar II. kuşlar da gider, dönmezlerdi geriye kışın ıssızlığında çoğalıyor yoklukları önce çok acıyor, sonra hissizleşiyor yere dökülüyor parmaklarım bir bir dağılıyor kartopu, dört el çıkıyor altından asılmış aklının dizginlerine ...

MAVİ PİYANOM - Else Lasker-Schüler

Resim
Bir piyanom var evde Ve nota bilmezliğim cabası. İzbe bir bodrum katında, Duruyor dünya olalı beri. İşlek eller oynuyor dörtlü -ay yüzlü şarkılar söyleniyor sulardaVe sıçanlar şıkıdım oynakta. Kırıldı ansızın piyano(m)... Ağladım mavi mavi ardından. Ah sevgili meleğim -Yiyorum kutsal ekmeği Arş kapısındayım artık Ve onulmaz yasaklardayım. #BARBAROKUMALAR18 Mavi Piyano / Else Lasker-Schüler Çeviri: Mustafa AKYÜREK Kitaba ulaşmak için tıklayınız!