Geniş Zamana Notlar / Murat Atıcı'nın ''Bilek Hanım'' Şiiri Üzerine - Önder Karataş
“Bilek hanım’ın sandığında nefes alan bir şey var”
Geçenlerde biri “mülk Allah’ındır, biz emanetçiyiz” deyiverdi. Şimdi şu adalet ile mülk arasında kurulan “zoraki” ilişkiye dair tarihsel notları, şair Murat Atıcı’nın şiiri üzerinden temize çekmek mümkün. Zira hakikate bağlanmak için hep aktüel bir “çıpa” olur. Bu sefer çıpamız bir şiir olsun.
“Oysa Mark Volohov’dan başkası değildi bu. O yersiz yurtsuzdan, paryadan, ahlaksızdan başkası… Herkesten borç para alan, ona buna ateş eden, -Rayski’nin deyimiyle- Karl Moure gibi topluma savaş açmış, polis gözetimi altında yaşayan –sözün kısası- insanlardan kopmuş o “Barbar”dan başkası değildi!...” (İ.A. Gonçarov / Yamaç / S 641 ç. Ergin Altay / İletişim Yayınları)
Kapital’den önce bilinç bir ekmekse, elde avuçtaki henüz ekşi mayadır. Ne de olsa bu mayanın farkındaydı emeğin bilimcileri. Parya, lümpen, köylü sınıf kavramları bir eşik olarak bilimsel sosyalizmin gergefinden geçerek proletarya kavramıyla yer değiştirmiştir.
“Bir an sustuktan sonra, “Proudhon ne diyor biliyor musunuz?” diye sordu.
“Mülkiyet hırsızlıktır.”
Mark Volohov gözlerini iri iri açtı.
“Okumuşsunuz!” dedi… “ (a.g.e)
Ekşi maya zamanla işlene işlene proletarya bilincinin tarifine uygun kıvama gelir.
“penceresini tarihe cilt yapmış Bilek Hanım / kapağı kaldırıp bakıyor bahçesine / tüm ziyneti bir ağır sandık / bu yeni evde, / çağın yorgunluğunu tarıyor saçlarından.”
Şairin, şiire değil de tarihe başlama adımını izlerken ilk makina, ilk deniz ötesi sömürgeci yolculuk, buharın kuvveti beliriyor, ardı sıra veya iç içe. Kolomb, büyük toprak sahiplerinin en uyanıkları ve dönem tanrılarının yerdeki temsilcilerinin ambarına doldurdukları tahıl ve silahlarla yola koyulsa da Avrupa kapitalizmi, önceli olan merkantalist temellerini uzak Amerika kıtasından Avrupa’ya taşınan altın ve gümüş kütleleriyle sağlamıştır. Lakin bunca altın ve gümüşü Kolomb, sırtında taşımamıştır! Bunun için iki kıta arasında taşınan köle ordusu gerekmiştir.
“Kolomb’un gemisiydi / bu yüzden birbirini yiyordu / tek ses / tek yürek / tek kırbaç ile / aynı yönde kürek çeken köleler / Bilek hanım’ın sandığında nefes alan bir şey var”
Hakikat bu ya, şimdi bir şiirde belirir!
Ülkemizde MESEM diye kodlanan Mesleki Eğitim Merkezi, eski adıyla Çıraklık Eğitim Merkezi diye de bilinen, ama “çocuk emeğine çökme” diye de anlaşılacak durum, Marks’ın Kapital’inden beslenerek şiire dönüşürken bir söyleme dönüşüyor;
“kazan-kazan değil daha, istim buhardan habersiz / emekledi manifaktür / manchester’da tezgahlara diziliyordu çocuklar, / diz çökerek besleniyorlardı anneleri tarafından günde iki defa / ıslak ekmek ve patatesle.”
Kapitalin yazıldığı tarihten yüz elli yedi yıl sonra Nuray Sancar 4 Şubat 2023 tarihli “MESEM’de İtinayla Çocuk İşçi İmal Edilir” başlıklı yazısında şunları söylüyor;
“MESEM çocuk emeğini piyasaya sürmek yoluyla yoksulluğu sermaye için fırsata çeviren bir girişimden başka bir şey değil. Sürekli sipariş yetiştirme gayretindeki işyerlerinde zamanla yarışan, gün yüzü görmeyen, çeşitli hastalıklara yakalanan çocuklar içinse bir beden ve kalp ağrısı.
14-15 yaşlarında aileleri tarafından programa yerleştirilen öğrencilere ödenen miktar asgari ücretin üçte veya dörtte biri civarında; çünkü meslek öğreniyorlar.”
“bitkin bedenleriyle kadınlar / yeni köleler doğurmak üzere / patronlara adamıştı, / tifüsten kaçırabildikleri yumurtalarını.”
“düşündü bilek hanım / “düşünüyorum, o halde yarım / varım demek için eylemek lazım”
27 Kasım 2023 yılında Urfa’da kurulu ÖZAK Tekstil Fabrikası işçileri 80 gün sürecek bir direnişe geçer. Çoğunluğu muhafazakar ailelerden gelen kadın işçilerin grevi Levis gibi dünya tekstil tekellerinin kapısını zorlar. Bu süreçte işçilerin okulu fabrikanın önüdür. Valilik, jandarma, müftülük, yerel sermaye örgütleri ve patronun taşeron sendikası şeklinde faaliyet yürüten Öz İplik-İş sendikası işçilere karşı birleşmiştir.
“Bilek hanım’ın yörük çatlağı tabanlarından sızdı / yasakları bir bir evrenin; / kitle ile onun sıcaklığının karesi çarpıştığında / işte o, enerji /. İş eşittir kuvvet çarpı hak.”
ÖZAK Takstil İşçileri 80 gün boyunca sermayenin oyunlarını umursamadan direnişini sürdürdü.
Kapital, sadece olanı değil, olacakların da şiirini sezdirdikçe, metaforlar, duvar yazıları, manifestolar, devrimler ardı ardına akar. Avrupa kapitalizmi boydan boya sarsılırken, köklerini zorbalıkla kollar. Yakın bir coğrafya olan Rusya’da başka türlü koşullarda mayalanan Ekim devrimiydi.
“binlerce bilek döküldü sokaklara / bileklerin ucunda parmaklar / parmakların arasında kalem / ucunda iğne / içinde bilenmiş kırmızı mürekkep. / ekim yasası.”
Tarımsal üretimin ağılıkta olduğu, endüstrinin büyük birkaç şehirde öbeklendiği Rusya’da “biz dünyayı yeniden kurmak istiyoruz diyen Lenin’dir.
“Kapitalist tekellerin büyümesinden ötürü tröstlerin işçi sınıfı üzerindeki artan baskısı ve geçim masraflarındaki artış, emperyalist savaşın yol açtığı dehşet, sefalet, yıkım ve insanlıktan çıkma bütün etkenler kapitalist gelişmenin mevcut aşamasını sosyalist devrim çağına dönüştürmektedir. Bu çağ başlamıştır. (Lenin, Bütün İktidar Sovyetlere, çev. Ferit Burak Aydar Agora Kitaplığı – Aktaran Nuray Sancar / 07.11.2021 Evrensel)
Bu çağ sürmektedir!
“daha otuzlarda, büyük buhran ile titriyorken komşuları / Bilek hanım apartmanında elektrik, sıcak su, kalorifer / on yıl geçmemişken devrimin üzerinden / kırk direkli çadırında kırgız’ın, stepte / ana dilinde klasikler”
Şiirde, payına benzersiz alanlar edinen bir çağdı bu. Sıradan bir emekçi ile mesleği siyaset olan arasında bir ayırım kalamazdı.
“Şaraptan hakkını aldı, tuna kıyısında bir tesviyeci / Bilek hanım’ın bir ünlemesine kalmıştı,/ bale yapması doktorun, / otobüs şoförü kadının doyması şiire.
Sanat dediğin çünkü, ne leyleğin önüne konulmuş düz tabak, / ne tilkinin burnu girmez bir kavanoz.”
Tarih dümdüz yaşanıp okunmaz! Dünya kapitalizm merkezleri yeni pazarlar ve kaynaklar için kıvranır, tozu dumanı önüne katarken Stalingrad önlerine varır. “Dünya Devrimi” veya “tek ülkede sosyalizm”… İşçilerin bilincine düşen taşların titrettiği halkalar birbirini kovalar.
“hepsi, prometeus’un ıslığıyla toplanmıştır sonra / tanrılardan çalınmış ateşi, soluksuz bırakmak için üşüştüğünde / çelik gagalarıyla uğursuzlar, stalingrad kapısına”
Sovyetler Birliği, İkinci Paylaşım Savaşında yirmi milyon insanını kaybederken Kızılordu, Alman çelik tekellerinin yönetim biçimi faşist Hitler ve Göbbels iktidarının militarist dişlerini birer birer sökerek ilerler Berlin’in yüksek burçlarına.
“faşizmin canına döktüğü betonu anlatıyor Bilek hanım / büyük oğlu bir kazak genci imiş, vurulduğunda polonya’da / gözünü karartan, / bir japon kızının saçsız tokası / hitlerin, eteklerinde takılıp takılıp düştüğü tepe / çekiçten oraktan.”
Son notlar;
Şiirdir, ne dese yeridir diyemeyiz tabii. Zira şiir; evreni içine alan söylemini sözcük ölçütünü zorlayarak üretir. Burada insan doğasını zorlamanın, gerçeği de zorlamak gibi bir sapma olasılığı da vardır. “Bilek hanım” ise hâlihazırdaki sözcük deneyimlerini aşarak Marksist bilimsellik ve estetiğin elverdiği söylem yoluyla, güven ve özgüven duygusunu bilgiyle birleştirerek kolektif ümide yol açıyor.
Kapital’in ağırlıklı olarak birinci cildine yaslanan, zaman kipi olarak geniş zamana yerleşen Bilek hanım; sınanarak güncelliğini sürdüren bilimsel sosyalizmi omurgasına dizerek kırılgan olmayan bütüncül saf sese dönüşüyor.
Burada açığa çıkan saf ses, steril durumlara işaret etmiyor. Zira uluslaşma süreçlerini de anlamak, modern sınıfları önceleyen dönemleri, eşitsiz gelişme, sanayi, sanayiye bağlanan tarım vb. üretim ilişkilerinde açığa çıkan sert dönüşümler tamamlanmış değil. Kapitalizm, katı olan her şeyi kuyruğuna takacağını hesaplarken şiir, öbek öbek direnç mevzilerine olanak sağlar. Bilek hanım; bu olanağı hem imge hem de damıtılmış bilinç ölçeğinde sağlıyor.
Bilek hanım’ın tarihle aynı hızda atan nabzı, tarih ve şiir bilgisiyle ölçülerek hesaplanmış görünüyor. Bura bir kusur aranacaksa; şiirin kendisinde değil, reel sosyalizmin deneyimleriyle açığa çıkan toz dumana bakılmalıdır. Kurdun her daim puslu havaları sevdiği bilinirken, Bilek hanım bu pusu dağıtacak bir şiir eşiğini yeniden tarif ediyor.
Mayıs 2024 – Antakya