Acı ve Üzüntü Ünlemi: Ağlamak Hakkında Birkaç Not

Halk inanışına göre anasından gülerek doğan tek kişinin Nasreddin Hoca olduğunu biliyoruz. Eflatun Cem Güney, Hoca ile ilgili halk inanışlarını sıraladığı bir listede ifade ediyor bu inanışı (Boratav, 2014). Dolayısıyla söyleyebiliriz ki Nasreddin Hoca hariç hepimiz doğduğumuzda ağlıyoruz. Şaka bir yana, bu mesele, yani oksijenle ilk karşılaşmanın etkisi, ciğerlerimizin açılması ve nefes alabilmemiz için vazgeçilmez. Tuhaf olabilir ama ağlama bir şekilde nefes alabilmemiz için bir önkoşul. Hatta ağlamayan bebekler için doğum ekiplerinin endişelendiğini çeşitli kaynaklardan okuyabilirsiniz. Ağlama, bir sinyal. Rahatsızlık belirten, “hayır” diyen bir sinyal. Ama bu sinyal bir cevap arıyor, bir yardım bekliyor. O an ne oluyorsa, onun olmasını istemediğini iletiyor. Peki ağlayan biliyor mu kendindeki uyaran tazyikinin sebebini? 

Pek çok sebepten dolayı ağlayabilir bebek. Yorgunluktan, açlıktan, ona dokunanların fazla müdahalelerinden yahut çok ani bazı durumlardan dolayı; sıcak, soğuk, sesli bazı uyaranlar… Yani kabaca beynin tehdit merkezi olarak adlandırabileceğimiz amigdala doğumdan sonra fazlasıyla meşgul. Soruyu tekrar sormak gerekir, bebek bilir mi neden ağladığını? Bebek, öncelikle ağlayışlarına bir anlam bekler. Yahut bir ayna diyebiliriz. Başka bir deyişle, bebek ağlayışlarının bir tercümesini bekler, beklediği bu tercümeyi de bakım vereni üstenir. 

Bu konuda Lacan’ın Çin lokantası anlatısını hatırlayabiliriz. Lacan, 11. Seminer’in sonlarında çocukken okuduğu bir resimli masal kitabından hareketle bir anlatı sunuyor. Birazcık değiştirerek anlatacağım: Bir Çin lokantasına gitmişsiniz, menü Çince yazılı. Açsınız, bir şeyler yemek istiyorsunuz, ama ne istiyorsunuz, bunu bilemiyorsunuz. İşte ağlamak da böyle... Devam ediyorum: Garsondan menüyü çevirmesini istiyorsunuz, o da çeviriyor: Çin böreği, Wonton çorbası ve bir şeyler daha. Ama ilk defa Çin lokantasına gidiyorsanız bu da bir şey ifade etmiyor. Sonuçta, siz bir tavsiyede bulunun diyeceksinizdir. Çünkü tercüme olan kelimeler de bir şey ifade etmeyecektir. Siz sadece karnınızda sizi kemiren o fiziksel acıyı deneyimleyeceksiniz. İşte Lacan buradan hareketle şu sonuca varır: Benim bunların arasından ne istediğimi siz bilin; bana arzumu söyleyin (Lacan, 2017). 

Bebek yeni duygularla doludur. Anne karnında açlık yoktur, sizi havaya atan insanlar yoktur, stres vardır ama dünyada karşılaştığı başkadır. Bu paralellikte, bakım veren ise bebeğin ağlayışlarını gittikçe daha iyi okuma imkânı kazanacaktır. Onun seslerini daha iyi okuma ve çığlıklarını duyma imkanına sahiptir. Bu, gereklidir de.

Bebek Gözlemi Raporları

Şimdi daha somut verilerle ilerlemenin önemli olduğunu düşünerek bebek gözlem verileriyle yan yana düşünüyor olacağım. Bebeği Anlamak: Ailesi İçinde Bebeği Gözlemlemek kitabı içerisinden Ağlamak ve Keder ile Yalnız Kalmak Üzerine metniyle birlikte düşüneceğim. Gözlemci Jeanne Magagna bebeğin (Eric) 18 günlük olduğu raporunda da bebeğin ağlayışlarını not ediyor (Güleç & Magagna, 2016, s. 362): 

“Anne odadan çıktığında bebeğin hafif ağlaması giderek delici çığlıklar halini aldı. Şimdi tüm uzuvları gergin bir biçimde sürekli hareket halindeydi. Boynunu arkaya doğru eğiyordu. Çığlıkları daha da yükseldi. Sert tekmeler atmaya ve kollarını sallamaya başladı.”

Jeanne Magagna bebeğin ağlayarak kendisine korkunç gelen bu deneyimi “boşaltmaya” çalıştığını söylüyor. Belki bir rahatlama, önceki pozisyonuna geri dönme çabasından bahsediyor. Bebeğin yaşadığı acıdan bu şekilde kurtulabileceğini yazıyor Magagna, yani ancak bu sinyal kendine bir ayna bulursa. Bu gerçekleştiğinde, bebek de artık farklı tepkiler geliştirebiliyor. 

Araştırmacılar, bebeğe göre tanıdık olmayan bu dünyanın üçüncü aydan sonra daha tanınır hale geldiğini, üç ile dört ay civarında, bebeğin güvenebileceği bir bakım verenin varlığına dair kanısı güçlendiğinde yalnız kaldığında kendisini rahatlatabildiğini söylüyor (Sunderland, 2006). Burada da dört aylık Eric örneği:

“Bebek sağ eliyle battaniyeyi çekiyor. Yüzüne doğru kaldırmak için her iki elini kullanıyor. Sağ elinin boştaki parmaklarını ağzına koyuyor ve bunları sol eliyle örtüyor ve sonra da burnunu örtüyor. Parmakları rahat bir halde uzamış durumda. Eli diğer elinin üstüne gelene kadar elini yüzünden aşağı doğru yavaşça hareket ettiriyor. Daha sonra her iki elini ağzından çekiyor ve bu hareket sırasını tekrarlıyor.”

Araştırmacılara göre, Eric burada annenin gittikten sonra geri geleceğine dair kendisine güven veriyor; kaybedilen anne korunuyor. Önemli bir şey daha ekliyor Magagna, bebeğin yüzünde ellerini birleştirmesini, ağlamanın yerine geçebilecek olan öncelikle simgenin sonrasında da dil oluşumunun bir başlangıcı olduğunu iletiyor. Yani bebek kayba dair bu aşamada söz öncesi dönemin önemli bir yolunu kat etmiş oluyor. Magagna şöyle söylüyor: “Ağlamak, duygulara sahip olma ve bu duyguların anlamları üstünde düşünebilme gücünü destekleyen iyi bir içsel kapsayıcı ebeveynin oluştuğuna işaret eder.”

Gazete Duvar’da Yokluğa şerh düşmek: Şiir ve yas adlı çalışmamda İskender Savaşır’ın bir sözünü alıntılamıştım, şimdi sözü tekrarlayacağım ve bu bağlamda da kıymetli olduğu görülecektir: “Daha gerçekçi bir ilişki kurarsanız; hayalin gerçek olmadığının farkına varmakla, hayalin bir gerçeklik kaybı üzerine inşa edilmiş olduğu düşüncesi size büyük bir varlık alanı açar. Ama o varlık alanı sizin için var olan bir varlığın kaybedilmesiyle açılmıştır. O yüzden sembol kullanmanın kendisi üzüntünün üzerine inşa edilmiştir. Semboller sembolize ettikleri asıl şeyi çağırdıklarını ama onların olmadıklarını söylerler (Savaşır, 2018).”

Dolayısıyla İskender Hoca’nın bu sözü, Magagna’nın bebek gözleminde dil oluşuma dair atfı için de anlamlı gözüküyor.

Peki şimdi Çin lokantasına dönelim, bebek yaşadığı bu anlaşılmaz uyaranlarla ve bakım veren kaybıyla baş ederken aynı zamanda da bu kaybını söze dökmeye yaklaşıyor. Ama bu sürecin kısa olduğunu sanmıyorum. Ağlayan bebeğin derdi vardır, ama kendinde olan bu gerginliği anlamlandırmaya ihtiyacı vardır. Bakım veren şöyle diyecektir: “Aman da altı mı kirlenmiş benim oğlumun?” Ya da “Acıkmış mı benim oğlum?” Bebek ağlarken bu karşılığı, göz yaşlarımızı alıp süzen ve bize kelimelere tercüme eden sesi duymaya ihtiyacı vardır. Erdoğan Özmen’in yürüttüğü ve asistanı olduğum psikodinamik psikoterapi eğitiminde sık sık konuştuğumuz mesele de budur, bakım verenin bu varlığı, bebeğin sonrasında kendisini ifade edebilmesi için de bir koşuldur. Aynı şekilde Magagna de Eric’in dokuz ay üç haftalık gözleminden sonra anne babasının ona söylediklerinin önemini “Ebeveynin sesleri” olarak ifade ediyor. Eric, ebeveynlerinin ona yanıt vermesiyle birlikte, iletişim becerilerini geliştirmiş ve itiraz etme yahut ifade etme kapasitesini genişletmiş olarak gözleniyor.

Çin lokantası anlatısında ve bu noktaya kadar bebeğin yaşadığını anlamlandıramadığı temelinde düşündük. Ama Rose-Lynn Fisher’ın yaptığı gözyaşı çalışması bu düşündüklerimizi değiştirecek mi? Bunu merak ediyorum. Rose-Lynn Fisher bir fotoğrafçı, ancak mikro fotoğraflar çeken bir fotoğrafçı. Yaptığı iki çalışmayı inceleme imkânı buldum. Birisi Bee (2012), arıların en yakınından çekilen fotoğraflarının olduğu bir albüm-kitap. Diğer ise The Topography of Tears (2017). Kitapta farklı durumlarda incelenen gözyaşlarının fotoğrafları var. Mesela bu kederli (yetişkin) birinin gözyaşı (bkz Şekil 1). 

Eşine rastlanmamış bu çalışma, aslında gözyaşlarının bir haritası olduğunu anlatıyor; her biri eşsiz ve farklı (Fisher, 2017). Yani her gözyaşının ayrı anlamı zaten içerisinde mi? Yoksa bu, bakım verenin bebeğin ihtiyacını okuyabilme kapasitesiyle mi oluşuyor? Yani aslında şunu soruyorum: Gözyaşları kaç yaşında bu haritaya sahip oluyor? Acaba belirli bir yaştan sonra mı? Yoksa doğduğu an zaten bu altyapıyla mı geliyor? Dediğimiz gibi, belki de gözyaşlarının anlamları bir bakım veren tarafından verilince bu hali alıyor, çok ilginç değil mi? Aşağıda da umut hisseden birisinin gözyaşı haritası var (bkz. Şekil 2). 


Son

Bebek gözlemi verilerini temel alarak ağlamaya dair meseleleri düşünmeye çalıştık. Ancak kabul etmek gerekir ki ağlama hakkındaki çalışmalar kısıtlı. Bu incelemelerin bir kısmı da hayvan çalışmalarını kapsıyor. İnsan dışındaki canlılar da acı duyduklarında ağlıyor; gülme gibi ağlama da yalnızca insana ait değil. Ancak limbik sistemi diğer hayvanlara göre daha fazla gelişmiş insan, duygusal tepkilere ağlama yanıtını daha kapsamlı biçimde verebiliyor. Nişanyan Sözlük ise ağlamayı “acı ve üzüntü ünlemi” olarak tanımlıyor (Nişanyan, 2019). Bu tanım hem insanları hem de hayvanları kapsayabilir kıvamda. Üzülmek olmasa da acı insan ve diğer canlılarda ortak. 

Bir başka taraftan, gözyaşı üzerine yoğunlaşırsak, bu sıvının evrimleşmesinin amacının gözü nemli tutmak olduğunu görüyoruz. Yani göz kapaklarının hareketi sırasında gözün üzerine ince bir tabaka halinde yayılarak gözün nemli kalmasını sağlamak. Bu ise, gözün görüşünün net olmasını sağlıyor. Evrimsel süreçte karaya çıkan türler aynı zamanda gözlerini nemli tutmak ve görüşün netliğini bu şekilde sağlamak zorunda kalıyor (Bakırcı, 2019). Doğrudan ağlamakla ilgili değil elbette ama gözyaşları da ağlamanın önemli bir parçası. Diğer bir yandan, gözün görüşünün net olmama gibi bir durumu, ağlarken içerisinde olduğumuz durumlar için de kullanabiliriz. Çünkü bir ağladığımızda “görüşümüzün netliği” konusunda da şüphelerimiz mutlaka olabilir. 

Bebek gözleminden hareketle, temel olarak ağlamanın kaynağının ayrılma olduğunu söylemek gerek. Belki de anne bebeğinden uzaklaştığında, bebek kendi yerini belli ediyor, bir sinyal veriyor. Ve dolayısıyla anne de onu daha kolay ve en hızlı biçimde bulabiliyor. Ancak bu fazlasıyla evrimsel bir okuma olarak kabul edilebilir. Gene de hala işlevsel yanları olduğu kesin. Ağlarken bebek hem stresini azaltıyor hem de yardım talebini iletiyor, bakım vereni de ona ulaşabiliyor.

Bu çalışmada, ağlamaya dair bir nokta koymuş değilim. Bana kalırsa, Rose-Lynn Fisher’ın çalışmalarıyla birlikte ağlamaya dair oluşturulan literatürün yenilen ele alınması şart. Çünkü gözyaşı haritalarının ne zaman o hali aldığı önemli bir soru. Dolayısıyla hiç değilse bebek gözlemi ve mikro-fotoğraf çalışmasını yan yana getirmenin heyecanlı olduğunu düşünüyorum. 

Batuhan Saç


Kaynakça

Bakırcı, Ç. M. (2019, Ağustos 4). Ağlamanın Evrimi. Evrim Ağacı: https://evrimagaci.org/aglamanin-evrimi-346 adresinden alındı

Boratav, P. N. (2014). Nasreddin Hoca (6. b.). İstanbul: Kırmızı Yayınları.

Fisher, R.-L. (2017). The Topography of Tears. New York: Bellevue Literary Press.

Güleç, N., & Magagna, J. (2016). Bebeği Anlamak - Ailesi İçinde Bebeği Gözlemlemek. İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

Lacan, J. (2017). Psikanalizin Dört Temel Kavramı (3. b.). (N. Erdem, Çev.) İstanbul: Metis Yayıncılık.

Nişanyan, S. (2019, Ağustos 3). Nişanyan Sözlük: https://www.nisanyansozluk.com/?k=a%C4%9Flamak adresinden alındı

Savaşır, İ. (2018). İskender Savaşır Şiirleri. (B. Saç, Dü.) İstanbul: Doğum Günü Özel.

Sunderland, M. (2006). Science of Parenting. New York: Dorling Kindersley Publisher.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Frantz Fanon ile Kalkınmayı Sömürgesizleştirmek (Benjamin Selwyn)

Çaresizce Susan'ı Aramak (Terry Castle)

Alexander Dugin'in Kozmik Savaşı (Matt Mcmanus)*