Bir Ayaklanma İçin Talimatlar
Çeviri: Ozan Kırıcı
‘‘Devrimci örgütler ve ‘militan’ın rolüne dair bir eleştiri’’
Eğer devrimden söz etmek biraz gülünç görünüyorsa, bu açıkça, belirleyici bir toplumsal dönüşüm olasılıklarının yoğunlaştığı modern ülkelerde örgütlü devrimci hareketin çoktan ortadan kaybolmuş olmasındandır. Ama diğer bütün alternatifler daha da gülünçtür; çünkü bunlar mevcut düzeni şu ya da bu biçimde kabullenmek anlamına gelir. Eğer, “devrimci” kelimesi, durmaksızın değişen meta üretiminde en ufak bir değişimi bile tanımlamak için reklamlarda kullanılacak ölçüde etkisizleştirilmişse, bu, merkezi ve arzu edilir bir değişim olasılığının artık hiçbir yerde ifade edilmemesindendir. Bugün devrimci proje, tarihin mahkemesinde yargılanmaktadır, başarısız olmakla, yalnızca yeni bir yabancılaşma biçimi yaratmakla suçlanmaktadır. Bu, egemen toplumun, gerçekliğin tüm düzeylerinde kendini savunmada devrimcilerin beklediğinden çok daha yetenekli olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Yoksa daha katlanılabilir hale geldiğinden değil. Mesele, devrimin yeniden icat edilmesi gerektiğidir.
Bu durum, önümüzdeki yıllarda hem teorik hem pratik olarak aşılması gereken bir dizi sorun ortaya çıkarıyor. Acilen anlaşılması ve çözülmesi gereken birkaç noktaya kısaca değinebiliriz.
Son yıllarda Avrupa’daki işçi hareketinin çeşitli azınlıkları arasında ortaya çıkan yeniden gruplaşma eğilimlerinden, yalnızca işçi konseyleri programı etrafında toplanan en radikal akım korunmaya değerdir. Yine de, bu tartışmaya sızmaya çalışan bir dizi kafa karıştırıcı unsurun varlığı göz ardı edilmemelidir (Bkz. farklı ülkelerdeki “solcu” felsefi-sosyolojik dergiler arasındaki son uzlaşmalar).
Yeni bir tür devrimci örgüt yaratmaya çalışan grupların karşılaştığı en büyük zorluk, örgütün kendi içinde yeni türden insani ilişkiler kurmaktır. Toplumun güçleri, böyle bir çabaya karşı her yerde hazır ve nazır bir baskı uygularlar. Ama bu, henüz deneyimlenmemiş yöntemlerle başarılmadıkça, hiçbir zaman uzmanlaşmış politikanın dışına çıkamayacağız. Herkesin katılım talebi çoğu zaman soyut bir ideal olarak kalır; oysa bu, gerçekten yeni bir örgüt ve gerçekten yeni bir toplumun örgütlenmesi için mutlak bir pratik gerekliliktir. Militanlar artık örgütün efendilerinin kararlarını uygulayan sıradan memurlar olmasalar bile, yine de aralarındaki siyaseti bir uzmanlık alanı olarak en iyi bilenlerin seyircisi konumuna düşme tehlikesi taşırlar ve böylece eski dünyanın edilgenlik ilişkisi yeniden üretilmiş olur.
İnsanların yaratıcılığı ve katılımı ancak yaşanan deneyimin tüm yönleriyle açıkça ilgilenen kolektif bir projeyle canlandırılabilir. “Kitleleri harekete geçirmenin” tek yolu, yaşamın olası inşa biçimleriyle mevcut yoksulluğu arasındaki dehşet verici karşıtlığı açığa çıkarmaktır. Günlük yaşamın eleştirisi olmadan, devrimci bir örgüt, modern boş zamanın uzmanlık alanı olan tatil kampları kadar sıradan ve nihayetinde edilgen bir ayrışmış çevredir. Sosyologların, Henri Raymond’un Palinuro üzerine çalışmasında olduğu şekilde gösterdiği gibi, bu tür yerlerde gösteri mekanizması, oyun düzeyinde, toplumun egemen ilişkilerini bütünüyle yeniden üretir. Ancak daha sonra, örneğin “insan temaslarının çeşitliliğini” safça överler; oysa bu temasların niceliksel olarak artması, onları her yerde oldukları kadar tatsız ve sahte olmaktan kurtarmaz. En özgürlükçü ve hiyerarşi karşıtı devrimci grupta bile, insanlar arasındaki iletişim, ortak bir siyasi programla hiçbir şekilde garanti altına alınmaz. Sosyologlar doğal olarak gündelik yaşamı yeniden düzenleme, tatil zamanında bunun telafisini organize etme çabalarını desteklerler. Oysa devrimci proje, mekân, zaman ve niteliksel derinlik açısından sınırlı bir oyun fikrini kabul edemez. Devrimci oyun, yaşamın yaratılması, geçmiş oyunların tüm hatıralarına karşıdır. Kırk dokuz hafta boyunca sürdürülen bir yaşam biçimine üç haftalık bir mola sağlamak için Club Med’in tatil köyleri, ucuz bir Polinezya ideolojisine başvurur, tıpkı biraz da Fransız Devrimi’nin kendisini cumhuriyetçi Roma kılığında sunması veya bugünün devrimcilerinin kendilerini başlıca, Bolşevik ya da başka bir militan rolüne ne kadar uyduklarıyla tanımlamaları gibi. Günlük yaşamın devrimi, şiirini geçmişten değil, yalnızca gelecekten alabilir.
Modern kapitalizmin ürettiği boş zaman deneyimi, Marksist boş zaman uzatımı kavramına eleştirel bir düzeltme getirmiştir. Artık açıkça görülmektedir ki zamanın tam özgürlüğü, her şeyden önce çalışmanın dönüşümünü ve bu çalışmanın hedefler ve koşullar bakımından bugüne dek hüküm sürmüş zorunlu çalışmadan tamamen farklı bir biçimde sahiplenilmesini gerektirir (Bkz. Fransa’da Socialisme ou Barbarie, İngiltere’de Solidarity ve Belçika’da Alternative yayın gruplarının etkinlikleri). Ancak tüm vurguyu yalnızca çalışmanın kendisinin değiştirilmesi, akla uygun hale getirilmesi ve insanların buna ilgi duyması gerekliliğine yapan, yaşamın özgür içeriğine (yani, çalışma zamanı ile dinlenme-eğlenme zamanı gibi geleneksel kategorilerin ötesinde, maddi olarak donanmış yaratıcı bir gücün gelişimine) dikkat etmeyenler, mevcut üretim sisteminin daha fazla verimlilik ve kârlılık yönünde uyumlaştırılmasına ideolojik kılıf sağlama riskini taşırlar. Üretim deneyimini ya da bu tür bir yaşamın gerekliliğini sorgulamadan böyle bir uyum, yalnızca mevcut düzenin güçlendirilmesine hizmet eder. Bireysel yaşamın bütün zaman-mekânının özgürce inşası talebi, toplumsal yeniden örgütlenmenin hevesli yöneticilerinin akıllarındaki her tür uyum düşüne karşı savunulmak zorundadır.
Bugüne kadarki sitüasyonist etkinliğin farklı anları, ancak devrimin yeniden ortaya çıkışı perspektifinden anlaşılabilir. Bu devrim, hem toplumsal hem kültürel olacak ve eylem alanı daha başından itibaren, önceki tüm girişimlerinden daha geniş olmak zorunda kalacaktır. SI, ne mürit ne de yandaş toplamak istemektedir; önümüzdeki yıllarda bu işe her yoldan ve etiketlere aldırmadan kendini verebilecek insanları bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Bu, yalnızca uzmanlaşmış sanatsal etkinliğin kalıntılarını değil, aynı zamanda uzmanlaşmış siyasetin kalıntılarını da, özellikle de bu alandaki birçok entelektüelde görülen post-Hristiyan mazoşizmi de reddetmemiz gerektiği anlamına gelir. Tek başımıza yeni bir devrimci program geliştirdiğimizi iddia etmiyoruz. Oluşum sürecindeki bu program, bir gün fiilen egemen gerçekliğe karşı çıkacak ve biz de o karşı çıkışa katılacağız diyoruz. Bireysel olarak başımıza ne gelirse gelsin, yeni devrimci hareket, bizim birlikte aradıklarımızı dikkate almadan oluşmayacaktır. Buysa kısaca, sınırlı sürekli devrim teorisinden genelleştirilmiş sürekli devrim teorisine geçiş olarak özetlenebilir.
SİTÜASYONİST ENTERNASYONAL (1961)
(çevirmen Ken Knabb’ın notu): Internationale Situationniste’in daha sonraki bir sayısında Solidarity üzerine şu not yer alır: “Görünüşe göre Sitüasyonistlerin boykotunu talep eden İngiliz Solidarity grubunun çoğunluğu, oldukça mücadeleci devrimci işçilerden oluşur. Onların işyeri temsilcisi üyelerinin henüz SI’yi okumadıklarını, hele hele Fransızca okumadıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat onların bir ideolojik kalkanı vardır: otoritesizliğin uzmanı Dr. C. Pallis. SI’den yıllardır haberdar olan, iyi eğitimli bir adamdır ve SI’nin tamamen önemsiz olduğu konusunda onları ikna edecek bir konumdadır. İngiltere’deki faaliyetleri, bunun yerine, Sosyalisme ou Barbarie’nin Fransa’daki çöküşüne başkanlık eden düşünür Cardan’ın [Cornelius Castoriadis] metinlerini çevirmek ve yorumlamak olmuştur. Pallis çok iyi bilmektedir ki biz uzun zamandır Cardan’ın devrimci hiçliğe doğru inkâr edilemez gerileyişine, her türden akademik modayı yutmasına ve sonunda sıradan bir sosyologdan ayırt edilemez hale gelmesine işaret ediyoruz. Ama Pallis, Cardan’ın düşüncesini, çoktan sönmüş yıldızlardan dünyaya ulaşan ışık gibi İngiltere’ye taşımıştır, yıllar önce yazılmış, en az çürümüş metinlerini sunarak ve yazarın sonraki gerileyişinden hiç söz etmeyerek. Bu yüzden, neden böyle bir karşılaşmayı engellemek isteyeceği kolayca görülebilir.” (Internationale Situationniste #11, s. 64)