SİNEMADA ŞİİR ve DÜZYAZI - Viktor Shklovsky
Edebi sanatlarda şiir ile düzyazı birbirinden keskin bir biçimde ayrışmaz. Düzyazı dilini araştıranlar pek çok kez düzyazı bir eserde aynı cümle yapısının tekrarlandığı ritmik bölümler keşfetmişlerdir. Tadeusz Zielinski söylev sanatında ritim üzerine ilginç çalışmalar yapmış, Boris Eikhenbaum ise söylevden ziyade okunmanın amaçlandığı saf düzyazıda ritim üzerine sistematik bir şekilde olmasa da pek çok mühim çalışmalar yapmıştır. Ancak ritim ne kadar derinden incelense de şiir ile düzyazı arasındaki sınır açıklığa kavuşmaktan ziyade daha da karmaşıklaşmıştır. Şiir ile düzyazı arasındaki ayrım tabii ki sadece ritimden kaynaklanmaz. Bir sanat eseri ne denli iyi incelenirse, kurallarının temelindeki bütünlük de o denli iyi kavranır. Sanatsal bir eserin tekil yapısal yönleri niteliksel olarak belirlenebilse de bu niteliksellik niceliksel bir temele dayanır ve usulca bir boyuttan bir diğer boyuta geçilebilir. Olay örgüsünün temel yapısı bir anlambilimsel değişmezler şemasına indirgenir. Birbiriyle çelişen iki gündelik durumu alıp bunu bir üçüncüsüyle açıklarız yahut iki anlambilimsel değişmezi alıp aralarında bir benzerlik kurarız yahut son olarak birkaç anlambilimsel değişmezi alıp bunları sıralayarak düzenleriz. Ama olay örgüsünün (syuzhet; süje) temelinde yatan şey öyküdür (fabula, fabl), diğer bir deyişle, gündelik bir olaydır. Yine de bu gündelik olay anlambilimsel yapının sadece özgül bir örneğidir ve mevcut bir romandan öyküyü değiştirmeden, sadece yapısal parçaları yer değiştirerek; sonu başa koyarak veya bölümleri daha karmaşık bir şekilde yeniden düzenleyerek bir 'gizem romanı' yaratılabilir: Puşkin'in Tipi ve Atış adlı eserleri bu şekilde üretilmiştir. Dolayısıyla gündelik değişmezler, anlambilimsel değişmezler, durumsal değişmezler ve tamamen biçimci özellikler olarak adlandırabileceğimiz şeyler birbirleriyle değiştirilebilip birbirlerine karışabilirler.
Düzyazı eser olay örgüsü kurgusu ve anlambilimsel kompozisyon bakımından gündelik olayların bir araya getirilmesine dayanır. Bu belirli bir olayın şöyle çözüldüğü anlamına gelir: Bir adam konuşmak zorunda olmasına rağmen konuşamıyordur, böylece üçüncü bir kişi onun adına konuşur. Örneğin, Yüzbaşının Kızı’nda Grinev konuşamaz ama adını Shvabrin’in iftiralarından aklayabilmek için buna mecburdur. Konuşamaz çünkü yüzbaşının kızını tehlikeye atacaktır, böylece [yüzbaşının kızı] Ekaterina’yla onun adına konuşur. Bir diğer örnekte bir adam kendini savunmak zorundadır ama sessizlik yemini ettiğinden dolayı bunu yapamıyordur: çözüm, yeminin süresini uzatmayı başarmasında yatar. Bu Grimm Kardeşlerin peri masallarından biri olan Altı Kuğu’nun ve Yedi Bilge Üstat öyküsünün temel yapısıdır. Ancak çözümün bir başka yolu daha olabilir ve bu çözüme anlambilimsel yollarla değil de tamamen kompozisyonel yollarla kavuşulur ve kompozisyonel değişmezin etkisi anlambilimsel değişmezin etksiyle karşılaştırılır.
Fet’in şiirinde böyle bir çözüme rastlarız: belirli bir ölçüde olan duraklamalı (her dizenin ortasında devamlı bir kelimenin bölündüğü) dört kıtadan sonra şiir olay örügüsüyle değil de beşinci kıtanın aynı ölçüde olmasına rağmen duraklama barındırmaması sayesinde çözülür ki bu da bir tür kapanış algısı oluşturur.
Şiir ile düzyası arasındaki temel ayrım muhtemelen yöntemlerinin daha geometrik olmasında, bir dizi keyfi anlambilimsel çözümün yerini biçimsel bir geometrik çözümün almasında yatar. Böylece Yevgeni Onegin’deki kıta, uyaklı son beytin uyak şemasını bozarak biçimsel bir kompozisyonel çözüme yol açtığı gerçeğiyle çözülür. Puşkin bunu anlambilimsel açıdan son iki dizedeki sözcükleri değiştirerek ve onlara bir miktar alaycı nitelik kazandırarak destekler.
Bu yazıyı çok genel terimlerle yazıyorum çünkü özellikle sinemada en çok karşılaşılan şeylere dikkat çekmek istiyorum. Sinema uzmanlarının edebiyat söz konusu olduğunda şiirin filme düzyazıdan daha yakın olduğuna dair tuhaf görüşlerini pek çok kez duydum. Her kesimden insan bunu söyleyebilir ve çok sayıda film uzak bir benzetmeyle şiirsel diyebileceğimiz bir çözüme ulaşmak için çabalar. Dziga Vertov'un Dünyanın Altıncı Kısmı filminin şiirsel biçimci bir çözüm ilkesi üzerine kurgulandığına dair en ufak bir şüphe yoktur. Belirgin bir paralelizm ve filmin sonuna doğru farklı bir anlam ifade eden ve böylece belli belirsiz bir triyole biçimini andıran görüntülerin tekrarlanması vardır.
Yönetmenin ritmik bir yapı oluşturmak için büyük çaba sarf ettiği Pudovkin'in Ana filmini incelediğimizde, gündelik olayların tamamen biçimci unsurlarla kademeli olarak yer değiştirdiğini gözlemleriz. Başlangıçtaki doğa sahnelerindeki paralelizm hareketlerin ve montajın hızlanmasına ve sona doğru şiddetlenen gündelik hayattan uzaklaşmaya sebep olur. Şiirsel imgenin muğlaklığı ve karakteristik olarak belirsiz aurası, farklı yöntemlerle eşzamanlı olarak anlam üretme kapasitesiyle birlikte asla gerçek olmayı başaramayan karelerin hızlı bir şekilde değişmesiyle elde edilir. Filmi çözen aygıt - Kremlin duvarlarının hareket ettiği ikizleme açı çekimi - anlambilimsel özelliklerden ziyade biçimci özellikleri kullanır. Şiirsel bir aygıttır.
Şu anda sinemada emekleme aşamasındayız. Çalışmalarımızın içeriğini düşünmeye henüz yeni başladık ama şimdiden sinemanın her biri kendi yasalarına sahip olacak iki kutbunun varlığından söz edebiliriz.
Charlie Chaplin'in Parisli Kadın'ı açıkça anlambilimsel değişmezlere, kabul edilmiş şeylere dayanan bir düzyazıdır.
Dünyanın Altıncı Kısmı, devlet finansörlüğüne rağmen bir pathos şiiridir.
Ana eşsiz bir sentor, tamamen tuhaf bir canavardır. Film kadraja pek de uymayan vurgulu arabaşlıklar kullanarak bir düzyazı olarak başlar ve tamamen biçimci bir şiir olarak sona erer. Yinelenen kareler ve imgeler ile imgelerin sembollere dönüşmesi, bu filmin doğası gereği şiirsel olduğuna dair inancımı destekler.
Bir kez daha tekrarlıyorum - sinemada hem düzyazı hem de şiir vardır ve bu türler arasındaki temel ayrım şudur: Birbirlerinden ritimle ya da sadece ritimle değil, şiirsel sinemada teknik ve biçimci özelliklerin anlambilimsel özelliklerden daha baskın olmasıyla ayrılırlar; biçimci özellikler anlambilimsel özelliklerin yerini alır ve kompozisyonu çözer. Olay örgüsü olmayan sinema 'manzum' sinemadır.