Barbarları Beklerken Deprem Özel Sayısı/Yıkım ve Bellek


Anlatının Eşiğine Dair Bir Giriş/İlker Cihan Biner 

"Anlatma söz konusu olduğunda hazır kalıplar yoktur. Geçmişte ise yaşanan her şey olduğu gibi aktarılamaz. Fakat hafızayla ilişkili anlatmak için etik perspektiflere ihtiyaç var. Şu soru sorulabilir: Egemen olan söylemlerin/eylemlerin ötesinde, meseleleri ortaya koyan, karanlıkta kalanları/sesi duyulamayanları nasıl bir düzenlemeyle su yüzüne çıkarmalıyız? İlki, kesik kesik, mırıltı yaratan, karmaşıklığı göze alan, anlatıya tanıklığı katan metinlerin, şiirlerin, resimlerin ya da tasarımların mümkün olabileceğini söyleyerek başlamalı. İkincisi, Beckett'e selam çakarak “devam edemem, devam edeceğim” deme gücünü bulabilmek."


Siz Hiç Öldünüz Mü!/Mehmet Muhtar Salmanoğlu 

"Sadece Şubat değildi ölümün adı; başını sokacak ev aradığı, kapı önlerinde bırakıldığı ve yeniden ama yeniden her gün öldüğü zamandı. Evinden kovulmuşların, şehirden şehre savrulmuşların, tutunacak bir dal arayanların dallarının ellerinde kaldığı, acındığı, ötelendiği, kendi yurdunda paryaların utanç fotoğrafıydı. 

Evlerine sürgündüler, göçebe ruhlar taşıyorlardı her şehirde. Uykusuz gecelerde, her sarsıntıda Şubat’ı anbean yaşıyorlardı. Savrulmuştular, gittikleri hiçbir ev kendilerine yurt olmamış, ev üstüne ev kurulamayacağını yaşayarak öğrenmiştiler. Üryan, yalnız ve Antakyasızdılar."


                  Fotoğraf: Dilay Kababıyık 


Dayanışmadan Süzülen Umut/Sibel Tekin ile Söyleşi/Hazırlayan:Dolunay Aker 

"Duvarsız Odalar: Dayanışmadan Süzülen Umut belgeseli ile Türk Tabipleri Birliği ve sağlıkçıların çalışmalarına tanıklık ettim. Yıkımın yarattığı çaresizliğe rağmen oradaki dayanışma gerçekten umut oluyor. Ama ne yazık ki yıkımın o büyüklüğünün yanında da küçük bir damla olarak kalıyor. Dayanışmayı ve mücadeleyi büyütebilmek için daha birbirine dokunan, birbirinden haberdar olan çalışmalar gerekiyor. Uzun bir süre hayatın yeniden kurulması için çalışmak gerekecek gibi gözüküyor ve deprem gündemini de hiçbir zaman bir kenara bırakmamamız. Biz belgeselcilerin bir görevi de bu gerçekliği unutturmayacak işler üretmek."


Yıkım ve Bellek/Ömer Burçin Özkişi 

"Bellek nedir ? Birçok bilimsel tanımı vardır elbette ama benim için bellek, bir direnişin kozasıdır, bir isyanın mayası. Çünkü bellek yıkımın ardından kimsesiz kalanların kimsesizlerle olan dayanışması ve muktedirlerden sorulacak hesaptır. Gün belleği diri tutma ve her gün her gün tazeleme günüdür. Çünkü geçmişle gelecek arasında çelikten bir köprüdür bellek, aldığı suyu asla unutmayacak olan."


Dirimden Yapılmışız Biz! Dirileceğiz!/Muhsin Boz 

"Antakya, depremler nedeniyle geçmişinde yedi kez yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Önceki inşaları ve geri dönüşleri periferden merkeze doğru mu oldu bilmiyorum ama sanki bu defa böyle olacak. Portekizli şair ve yazar Fernando Pessoa (1888-1935), “Huzursuzluğun Kitabı” adlı eserinde,  “Ölümden yapılmışız biz…” der. Gerçekten de şimdilerde Antakya aynı durumda. Her tarafından ölüm fışkırıyor. Ölenler, ölmeyip güya sağ kalanlar, evler, caddeler, sokaklar, meydanlar, hastaneler, tarihi binalar… 

Öldüler ama eninde sonunda yeniden dirilecekler. Dirilişin, dirimin en kısa zamanda olması, hepimizin arzusu. O halde büyük usta Fernando Pessoa’nın öte dünyasına, Antakya’dan seslenmenin tam zamanı:

        “Dirimden yapılmışız biz! Dirileceğiz!” 

                  Fotoğraf: Dilay Kababıyık 


Bizden Eksilen Ne Oldu?/İsmail Cem Doğru 


"Depremde iki önemli trajediyle karşılaşıyoruz. Yıkımlar ve ölümler… bu durum dünyanın her yerinde oransal anlamda farklılıklar gösterse de iki trajedinin varlığı anlamında farklılık gözlemiyoruz. Oransal farklılık yıkılan binaların öldürdüğü insan sayısıyla kıyaslanınca ortaya çıkıyor. Dolayısıyla ölümler de yıkımlara bağlı geliştiğine göre, bu coğrafyada yıkılması güç binalar tasarlama eğiliminin en öncelikli konumuz olması ortak aklın uzlaşı alanında kendine kolaylıkla yer bulmakta zorlanmamalı… çünkü dünyanın geri kalanında ölüm oranları bu şekilde azaltılıyor. Bu durumda aklımızın çeperlerini yıkan bir soru bu satırları da işgal etmek zorunda: Bir binanın yıkılma ihtimali ülkedeki insanların önceliği haline neden gelemiyor? 6 Şubat sürecinden sonra gördük ki tarihin en büyük yıkımı ve can kaybına rağmen o binaların insanlara mezar olmasıyla ilgili kimseye net bir sorumluluk tanımlanmamış… hatta böyle bir kaygının varlığından bile söz etmek olanaksız. Binayı tasarlayan, tasarımı uygulayan, bunu denetleyen ve denetimle birlikte uygulamayı onaylayan makamlar hep bir ağızdan sorumlulukları yerine getirmeyi hatırlatıp konuyu irdelemek isteyen cümleleri yok sayıyor. Yine de bir sorumlu göstermek gerektiği için sayfanın o kısmını boş bıraktıklarını söyleyemeyiz. Peki kimi suçluyorlar? Hepsi bir ağızdan “deprem çok şiddetliydi” dediğine göre en önemli suçlu depremin kendisi. Dolayısıyla depremin olmaması tek çaremiz… Zaten ilgililerin kurduğu cümleleri alt alta eklerseniz depremde ölmemenin tek yolunun depremlerin yaşanmaması olduğunu anlayabiliyoruz."


Kan ve Sözcükler/Önder Karataş 

"Büyük yıkımlar sözcüklerde tükenen anlamı yeniler. Eskisine olmasa bile yenisine kapı açar. Ne sözcük eski sözcüktür, ne dil eski dildir. 

6 Şubat depremi, kapitalizme özgü tüm kötülükleri uçtan uca birbirine bağlayarak insan canına ve emeğine çöken bir arsızlığın varacağı sınırları göstermiştir. “Olağan kapitalizm” koşullarından can pazarına çabucak nasıl geçilir? Sorunun cevabı doğanın sert hareketiyle apaçık ortalığa dökülür. Karl Marks’ın Kapital’i yeniden okunur, anlaşılır."




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Frantz Fanon ile Kalkınmayı Sömürgesizleştirmek (Benjamin Selwyn)

Çaresizce Susan'ı Aramak (Terry Castle)

Alexander Dugin'in Kozmik Savaşı (Matt Mcmanus)*