Ölüm: Kara Mizahın Beşiği-Batuhan Saç

Bir ailenin hikayesi. Öyle bir hikâye ki, ilerledikçe, her sayfada ayrı bir roman açılıyor. Bir yandan da yönetmenin seyirciye kastı var, saldırıyor. Güldürüyor, sonrasında verdiği tüm gülüşleri zorla geri alıyor. Filmin sonunda, başındaki duygudan neredeyse eser kalmıyor. “İlginç” demekten başka söz bırakmıyor.

Bu metinde, uzaklaştığımda bazı şeyleri kaçırmak pahasına, filme dair yapılan zenginlik ve fakirlik konusundaki yorumlardan uzak durmaya çalışacağım. Bu eksikliği ve mahcubiyetimi, yoksulluğu sert biçimde inceleyen önemli eserlerden birisinin Émile Zola’nın Kim Nasıl Ölüyor? kitabı olduğuna işaret ederek belki kapatabilirim. Kitabın özellikle dördüncü öyküsü on yaşındaki bir çocuğun ölümünü ve sonrasını sarsıcı şekilde yoksulluk bağlamında işliyor (Zola, 2017). Yani filmin zenginlik ve fakirlik konusundaki atıflarını, bir başka kitap kadar uzakta tutuyorum. Söylemek gerekir ki, kara mizahı içeren bir inceleme yalnızca ekonomik fakirliği değil, çok biçimli fakirlikleri içine alabilecek kadar geniş olmalı. Dolayısıyla, mesafenin sebebi, indirgemeci tavırdan uzak durmak. 

Bu metinde, Parazit filminin bir yönünü, kara mizah olan yönünü düşünmeye çalışacağım. Shakespeare ve Jonathan Swift’ten örnekler vereceğim, genel olarak da kara mizaha dair film bağlamında neler söyleyebileceğimizi eklemeye çalışacağım. Parasite bütünüyle kara mizah ürünü değil ama ondan kendisini mizahtan kopardığımızda büyük eksiklikler görülebilir. 

Kısasa Kısas

Shakespeare’in Kısasa Kısas oyununda idama götürülmek isteyen mahkûm, idamında bulunmayacağını; uykusu olduğunu söyler. Ya da başka bir örnekle, son yemeğini kendi seçmiş ve keyifle yemiş olan başka idam mahkûmu, kahvesini içer ve purosunu tüttürürken, “Konyak ister misiniz?” diye soranlara yanıt verir: “İstemem… Dokunuyor.”

Bu çarpıcı örnekler, trajedinin üstünde yükselen bir komediyi ifade ediyor. Mizah, ölüme gideceği ana dair olan bilgiyi dahi inceltme, onun kuvvetini sarsma niteliğine sahip. Alıntıladığımız bu kısa diyalog, kara mizahın doğuşuna dair de önemli bir meseleyi gösteriyor bizlere; kara mizahın beşiği ölüm. Kara mizah I. ve II. Dünya Savaşları‘nın zorlu yaşam koşullarında doğuyor. Yalnızca eğlendiren değil, ürkütücü ve korkunç öğeler de mizahın konusu olmaya başlıyor bu dönemden sonra. Gülmeyle ağlamayı, komediyle hüznü yan yana koyuyor kara mizah. Hüznün üst katına yerleşiyor mizah. Mustafa Şekip Tunç da gülmenin ve ağlamanın kapı komşusu olduğunu söylememiş miydi?

Kısasa Kısas’taki diyaloglara daha yakından bakalım: Asılacak olan Bernardin’dir. Bir emirle, kaldığı yere gidilir ve kapı tıklanır. “Bernardin Efendi, hadi kalk da asalım seni. Hey Barnardin!” der Pompey. Bu söze karşılık, Bernardin, “Hay sizin sesinize! Bu gürültüyü yapan da kim? Kimsiniz siz?” diye cevap verir. Pompey ise “Kim olacak, cellat dostlarınız. Hadi, bir iyilik yapıp kalkın da asalım sizi” deyince, Bernardin’den “Kes sesini serseri, git başımdan, uykum var benim” der. Rica ederler Bernardin’den, “Lütfen Bernardin Bey, asılıncaya kadar uyanık kalın, sonra uyursunuz” derler. Son derece ilginç diyaloglar okuruz III. Perde’de. Barnardin kendisine sorulan sorunun idam değilmişçesine, bir yemek davetiymiş gibi cevap verir (Shakespeare, 2011). İşte bu, mizahın perdesi. 

Bernardin idam davetini reddeder: “Seni namussuz, bütün gece içtim, şu anda buna hazır değilim” diye çıkışır. Karşılığında ise “Daha iyi ya, bütün gece içip sabah da bir güzel asılırsanız, ertesi gün derin bir uykuya dalarsınız” der ve eklerler “Ama Efendi, bugün ölmelisiniz; size rica ediyorum…” 

Evet, buradaki mizah bizi kahkahalara boğmaz. Ancak, gördüğümüz şekliyle, idama götürülecek kişinin bu anı nasıl yaşadığını anlatır. Sanki akşam yemeğine, sanki bir eğlenceye çağırılıyormuş hissi verir. Peki bunu nasıl yapar, böyle bir şey mümkün mü?

Kanlı Kristal

Enis Batur “kanlı kristal” olarak adlandırıyor kara mizahı. André Breton’dan alıntılayarak da “aydın kişinin tek lüksü” olarak tanımlıyor. 

Kara mizahçının acımasızlığından bahsediyor Enis Batur. Bu üslubuyla, okuru/izleyiciyi ne zaman ve nerede yaralayacağının belirsiz olduğunu iletiyor. Yani kara mizah, izleyicide bırakacağı hisse dair hiçbir haber vermiyor. Bu cümle genel manada her malzeme için mühim olmasa da Parazit filmi için geçerli. En temelde ağlarken, bir de üstüne gülebiliyorsunuz; trajik geleneğe yaslanan bir komedi izliyoruz. 

Bir başka örnek daha verilebilir. Bu örnek, kara mizahın atası sayılabilecek Jonathan Swift’ten. Kendisinin yazdığı ve müthiş bir yergi metni olan İrlanda’daki Yoksulların Çocuklarının, Ailelerine ve Ülkelerine Yük Olmalarını Önlemek ve Onları Topluma Yararlı Kılmak Üzere, Mütevazı Bir Öneri metninde yoksul ailelerin çocuklarıyla ne yapacağını ve onları topluma nasıl yararlı bireyler kılabileceğini tartışır. Sokakta “aşağılık paçavralar” içinde gezen, parasız ve insanları rahatsız eden bu çocukların bir hüzün kaynağı olduğunu söyler. Onun imalı sözlerine göre, annelerinin ve babalarının sırtında ve kollarında ya da peşlerinde dolaşan bu çocuklar ülkenin yaralarına yara eklemekten başka işleve sahip değildir. Dolayısıyla bir çıkar yol bulmalı ve çocukları toplum için faydalı kılmalı, değil mi?

Karar verilir, Londra’da tanınan çok bilgili bir Amerikalı bir yaşındaki sağlıklı, iyi beslenmiş bir çocuğun; buğlama, kızartma, fırınlama veya haşlama olarak çok lezzetli, besleyici ve yüksek değerde bir besin olduğunu söylediği üzere bu kararın doğru olduğu sayfalarca süren matematiksel hesaplarla karara bağlanır. Çocuklar yenecektir! Ve bu söz konusu etler, uzun zaman tuzlu kalamayacak kadar narin olduğundan, dış ülkelere satılmak için uygun olmasa da, bütün ulus tuzlamadan yiyip bitirmekten son derece memnun olacaktır. Ve şöyle biter bu proje mimarının sözleri: “Ülkemin toptan iyiliğini istemekten başka hiçbir amacım olmadığını en içten duygularımla açıklarım. Benim tek kuruş kazanabileceğim çocuğum yok; çocuklarımın en ufağı dokuz yaşında, karım da doğurganlık çağını geride bırakmış bulunuyor (Batur, 2005).”

J. Swift’in bu anlatısında bir plan ve hesap bolluğu görülür. Doğum oranları ve benzeri bilgiler paylaşılır. Sayfalarca muhasebe yapılır. Bu noktada, filme dair de ilginç olan şeyin “plan” kelimesi olduğunu söyleyebilirim. Filmde, baştan sonra bir plan furyası var, öyle değil mi? Baştan sona, bu vurgu ısrarla yapılır. Ve sorulur, “Planın var mı?”

Söyleşi

Bong Joon-ho Tuhaf dergisiyle yaptığı söyleşide bu plan meselesini kısmen açar. “Nüfuz etme” fikri üzerine kurulu bir film olarak niteler Parazit’i; gençken bir süre zenginlerin çocuklarına verdiği dersleri hatırlayarak ve gittiği evlerde gördüğü büyüleyici zenginlikten bahsederek. Zengin bir aileye nüfuz eden parazit bir aile söz konusudur. Peki, bu durumdan sorumlu kimdir? Bu soru konuk olur filmde geçen evlere. 

Yönetmen “Ne yapalım, ben bir sadistim” ve “Üzgünüm. İzleyiciler acı çeksinler istiyorum” diyor. Şöyle ekliyor: “Gülmenin yanlış olduğunu bilerek gülsünler istiyorum.” Peki ya bunlar ne demek? Yönetmenin sadist olması, izleyicilerin acı çekmesini istemesi ne demek? Görülüyor ki, kara mizah, aslında “gülünmemesi gereken” alanlarda doğuyor. Bir “darağacı konuşması” niteliğini sürekli koruyor. Mesela katil James Donald French elektrikli sandalyeyle idama götürüldüğünde, kendisinin ölüm haberiyle ilgili şunu sormuştu: “Şu nasıl başlık: French Fries.” Dolayısıyla aynı trajik gidişat ve benzer karşı çıkış ve alay gözüküyor. Yere düşenin ayaktakilerle alay etmesi gibi bir durum. 

Son

Parazit’e dair söylenecekler kara mizahla sınırlı değil; filme yakışır bir son için böyle başlamak gerekli. Bazı filmler doğrudan akla hitap eder, bir düşünce alanı sunar. Ama Parazit bedene de nüfuz ediyor. Gerginleştiriyor, rahatsız ediyor; özellikle de film sonlara vardıkça. Diğer yandan, filmin kara mizah niteliği klasik bir eleştiri yapıyor, ekonomik bağlamdaki eşitsizliğe işaret ediyor. Metnin başında söylediğim şekliyle, bu konuda paragraflar dizmenin filmin çoğu noktalarını kaçırmak anlamına geleceğini düşünüyorum. Çünkü, ilginç bir şekilde, ekonomik eşitsizlik, bir kötülük meselesini de beraberinde getiriyor, bunu da işlemek ve düşünmek gerekiyor. Özellikle Hannah Arendt’ten beri biliyoruz ki, kötülük sıradan ve her birimizin içerisinde bir Adolf Eichmann var (Saç, 2018). Dolayısıyla şunu da eklemek gerek ki, bu kötülük bir yandan da meşru kılınıyor filmde. Zengin ve fakir arasına koca bir duvar örülürse böyle sonuçlar doğacağından bahsediyor. Söyleşide bahsettiği şekliyle: “Zengin ve fakir arasına kimse duvar örmese de orada kırılgan bir duvar var; yıkıldığında kötü sonuçlar doğurabilir.” Evet, doğurabilir, ancak bunun bir kötülük olduğu da altı çizilmeli. 

Söylenebilir ki, kara mizah, mizahın neyi gülünç kılabildiğinin üst sınırını oluşturuyor. Onun beşiği ölüm; oradan sağa sola gidiyor. Ancak filme haksızlık ediyorum, Parazit filmi için yalnızca kara mizah bağlamında bir değerlendirme eksik. Bu sebeple son olarak Bong Joon-ho’nun şu sözleriyle sonlandıralım (Joon-ho, 2019): “Bence bir türe ait sinema, çocukluğumuzdan bu yana soluduğumuz hava gibi. Film çekerken ya da filmimin kurgusunu yaparken kendime şu soruları asla sormuyorum: “Bu hikâyenin türü nedir?” – Hikâyenin devamında ne tür ön kabullere uymalıyım?” 

  

Kaynakça

Batur, E. (2005). Kara Mizah Antolojisi. İstanbul: Sel Yayıncılık.

Joon-ho, B. (2019, Aralık). "İzleyiciler Acı Çeksin İstiyorum". (N. Salva, Röportaj Yapan) Tuhaf Dergisi.

Saç, B. (2018). Kötülük Probleminde Gülmeye Dair Bir İnceleme. İstanbul Üniversitesi Felsefe Öğrencileri Kongresi. İstanbul.

Shakespeare, W. (2011). Kısasa Kısas. (Ö. Nutku, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Zola, É. (2017). Kim Nasıl Ölüyor. İstanbul: Sel Yayıncılık.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Frantz Fanon ile Kalkınmayı Sömürgesizleştirmek (Benjamin Selwyn)

Çaresizce Susan'ı Aramak (Terry Castle)

Alexander Dugin'in Kozmik Savaşı (Matt Mcmanus)*