6 Şubat Depremi veya Kapitalist Kötülüğün Antakya'dan Genel Görünümü/Önder Karataş
“Böyle bir toplumda konut sıkıntısı tesadüf değil gerekli bir kurumdur ve ancak ona kaynaklık eden bütün toplumsal düzen kökünden değiştirildiğinde, insan sağlığı vs. üzerindeki tüm olumsuz etkileri ile birlikte ortadan kaldırılabilir. (Friderich Engels / Konut Sorunu / Kor yayınları)
6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçti veya geçmedi. Mesele bu değil aslında. Bir deneyim olarak yanılgı, hafızanın dağınık bir hal alarak bilinçten kopmasıyla da gerçekleşir. Söylem, bir yıkımın dilsizliği ise bize söylemek düşer!
Yol yok, yordam yok gibi görünse de “yeni şeyler söylemek lazım.”
Antakya denilen kavram iki yıl önce yok oldu. Buna inanmak zor. Varlıkla yokluğun yer değiştirme aşaması veya sert bir gerçekliğin bağrında barındırdığı çelişkiler… Amansız çelişkiler!
Barınma kavramı, insan denilen türün kendiyle eşzamanlı geliştirdiği sosyal, kültürel, siyasal bir durumdur. Ötesinde salt bir in veya baraka olmanın ötesine geçerek her anlamda yerleşik olunan şehir kavramını var etmiştir. Şehir dediğimiz durum da barınma ve kamusal yaşam alanlarının canlı ilişkilerinin gerçekleştiği bir üst yapı olarak günümüzdeki asıl biçimine kavuşmuştur.
6 Şubat depremi de tam da bu ilişkilerin varlık ve süreklilik durumunu ortadan kaldıran şiddette gerçekleşti. Bu sonucun tarihsel tekerrür boyutu anlaşıldığında, bir şehri fay hatlarını hesaba katmaksızın yeniden inşa etmenin “akıl dışı” olduğu gerçeği akıl süzgecinden yeniden süzülür.
6 Şubatın üzerinden geçen iki yıl boyunca deprem derinleşti, şiddetlendi, dallanıp budaklandı. Deprem kavramının insan türü için salt bir yer hareketi olmadığı gün gün deneyimlendi. Yer hareketlerinin bedelini kapitalist biçimde yerleştirilmiş “depreme dayanıklılık maliyeti” düşük konutlarda yaşayanlar canlarıyla ödedi.
Adorno’nun "Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” sözünden sonra kapitalizmin alnına yazılacak epey kötülük yaşandı. Buradan şu anlamı çıkarmak mümkün; kapitalizm sonu olan ama var olduğu sürece de sonsuz kötülük üreten bir üretim biçimidir!
6 Şubat sabahı, deprem anından hemen sonra GSM tekelleri iktidarın emriyle bant daraltarak iletişimi imkânsız hale getirdi. İnsanlar günlerce enkaz altında sesini duyuramadı. Kimi susuzluktan, kimi hipotermiden, kan kaybından yaşamını yitirdi. Bu türden yeni bir kötülük, aktüel tekelci kapitalist aşamada mümkün olabilecekti. Bugün ilgili bakana sorulduğunda “öyle uygun gördük” cevabı aynı bakan tarafından en ufak insani mahcubiyet duyulmadan veriliyor!
Kızılay gibi kamusal yardım kuruluşunun elindeki çadırlar para-meta-para formülündeki sermayenin oluşum sürecinde sıradan bir metaya dönüşür. Kızılay’ın edeceği kâr kapitalist yardım anlayışının hanesine yazılırken işçi ve emekçilerin payına ölüm düşer.
Barınma kavramı…
Sanayi Devrimi, bir bakıma sınıflar arası bir mekân paylaşımına da neden olmuştur. Mekân dediğimiz kavram, eninde sonunda bir konumlanma, hatta mevzi anlamına gelerek ideolojik zeminlerin asıl sınırlarını belirlemiştir. 2000’li yılların başında itibaren bir sermaye transfer ve birikim modeli olarak ülke kapitalizmi, asıl olarak inşaat sektörünün semirdiği bir aşamaya yol açmıştır.
Müteahhit, belediye imar / fen işleri ilişkilerinin boyutları hesaba katılmadan, bir sermaye birikim modeli olarak beton kapitalizminin yeni burjuva üye üretme potansiyeli anlaşılamaz. Antakya örneğinde alt orta sınıfın ve beyaz yakalıların elinde avucunda ne varsa konut satışı yoluyla bu yeni sınıfa aktarıldı. Burada oluşan sermaye gücü politik güçle birleşerek yerelden finanse edilen bir iktidar süreci yaşandı. Örneğin; yapı denetim şirketlerinin denetimden çok, konut edinme maliyetinin bir kalemine dönüşmesi yeni tür bir kötülüktür. Zira “deprem ve her türden afete dayanıklı konut” kavramı toplumsal bir sorunken, piyasaya düşürülerek şeytanın aklına gelmeyecek bir rant alanına dönüştürülmüştür.
Neresinden baksak, gelinen aşamanın veya yıkımın salt finansal bir maliyete dayanmadığı gerçekliği 6 Şubat depreminde kanıtlanmıştır. Sermaye akış yönü ve birikimini mümkün kılan ilişkiler, başlıkta ifade ettiğimiz kapitalist kötülüğün temelini oluşturmaktadır.
Alt-orta sınıfların mortgage yoluyla yüksek oranda borçlandırılması ve bunun sonucunda açığa çıkan sermaye transfer ve birikimi yeni bir burjuva sınıf kütlesi üretirken, kapitalist şehirleşme biçimi, inşaatların arsa maliyetini düşürmeye dönük dikey bir mimariyi de beraberinde getirmiştir.
Günümüzde belediyelerin bünyesindeki fen ve imar birimleri, özelleşen yapı denetim firmaları bu yeni sınıfın hareket alanını genişletirken, bu türden bir sermaye transfer hacmini de büyütmüştür.
Antakya örneğinde; bu sınıf firmalarının yoğunlaştığı mahalleler daha ilk depremde yok olmuştur.
Piyasanın “görünmez eline” bırakılmış dikey ve malzemesinden çalınmış mimarinin “güvenli barınma” gibi bir kavramla ilişkisi ancak kabaca bir maliyet hesabına indirgenir. Ayrıca toplumsal hafızanın ve bilginin durmadan aşındırıldığı, tevekkülün sürekli canlı tutulduğu Ortadoğu iklimi bu asalak sınıfa halen sonsuz olanaklar sağlamaktadır.
Depremin üzerinden geçen bu iki yılda neler oldu, şu an durum nedir?
Antakya örneğinde, tüm iş TOKİ üzerinden yandaş hafriyat şirketlerine devredilmiştir! Yüzbinlerce insan halen konteyner denilen 21 metrekarelik barınaklarda yaşam mücadelesi verirken sonu gelmez yıkım faaliyetleri halen devam etmektedir.
Havadaki toz oranları inşa süreçleri ile birlikte faaliyete giren beton santrallerinin de etkisiyle korkunç seviyelere ulaşmıştır. Taş ocakları zeytinlikler ve su kaynakları başta olmak üzere doğal yaşamı yok ederek, kuralsız bir şekilde işletiliyor. Şu an Antakya ve çevresinin ihtiyacının kat kat fazlası sayıda taş ocağı faal durumdadır. Anlaşılan yıkılan bir kentin doğasıda topyekûn bir hafriyat kalemine dönüştürülmüştür.
Sağlık, eğitim, ulaşım hizmetleri akıl almaz boyutta sorun yumağına dönüşmüş durumda. Caddeler otostop çeken her yaştan insanlarla dolu. Dev metrolar, otoyollar inşa etmekle övünen iktidar iki yılda çözmediği sorunlarla ne kadar övünse azdır!
Temiz suya ulaşma hakkı Defne gibi bir bölgede bile bir sorun olmaya devam ediyor. Yerel ve merkezi iktidarlar depremin ilk günlerinde dahi yaşamın kısmen sürdüğü alanlarda temiz su istasyonları kurmayı akıl edemedi. Dayanışma ağları kurulmasa insanlar susuzluk ve açlıktan da ölebilirdi.
Elektrik altyapısı ise genel manzara ile uyumu bozmayacak bir halde! Kesintiler insanları canından bezdirecek boyutta. Bu durum aydınlatma ve ısınma sorunlarını adeta günlük yaşam ritüeline çevirirken zaman zaman sokak eylemleri olsa da ilgili enerji tekeli meseleyi çok üzerine alınmamaktadır.
Çocuk ve kadınlar başta olmak üzere halkın sosyal, kültürel yaşam alanları halen yoktur. Sendika, meslek ve demokratik kitle örgütlerinin destekleyici, dayanışmacı faaliyetleri olmasa bölge insanının ulaşabileceği sosyal, kültürel, sanatsal etkinlikler olmayacaktır.
6 Şubat depreminin ikinci yıldönümünde majestelerinin ayakkabıları çamurlanmasın diye alelacele asfalt dökülen caddeyi saymazsak şehir toplanmış büyük bir enkazdan ibarettir. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası Nazi ordularının yakıp yıktığı Doğu Avrupa şehirlerinden pek bir farkı halen yoktur.
Dağ eteklerine doğru yönelen TOKİ inşaatları kültürel, doğal dokuyu hesaplamaksızın çoğalarak yükseliyor.
Eski neşesini aramıyor şehir. Bu mümkün değil. Antakya gibi yüzyılları kültürel olarak taşıyan bir şehrin yeniden inşasının TOKİ eliyle olacak bir iş olmadığını mimar mühendis odaları, tabip örgütleri, çevre dernekleri, sendikalar ve en çok da halk olanca sesiyle haykırıyor.
Sağır Sultan’ın şehir yerine bir kasaba inşa etme siyasal ufku ile tarihsel, sosyal, kültürel gerçeklik arasındaki temel çelişki, derinleşerek yeni türde bir konut sorunu teoriği üretiyor.
Antakya bir nehirdir. Her su gibi akar yatağını bulur!
Şubat 2025 Antakya